Karagümrük’ten yolum geçti. 15 yıl önceydi. Kırk yaşındaydım.

Hayatımda ilk defa bir tekkeye yolum düşmüş, Hz. Pîr Muhammed Nureddin-i Cerrahi (ks) âsitâne tekkesinde zikir meydanına şahit olmuştum. Kuud halinde okunan “Salavat-ı Kemaliyye” fakiri mest etmişti.

Sûfi yolunu merak edenlere acizâne bir tavsiye: Hakikat, akılla aranmaz. İrfan talibi olan dervişin (muhib) hakikat yolculuğunda akıl, dervişe perde olur.

Hakikatin akılla değil kalple aranması gerektiğini yıllar önce bedel ödeyerek tecrübeyle öğrendim.

“ Zikir meydanını dolduran dervişler arasında başında arakiye (derviş takkesi) olmayan üç beş kişiden biriydim. Meydanı kaplayan dairevi halkaların tam ortasında kuzu postuna oturmuş olan Tuğrul Efendi ayağa kalktı. Kalabalık içinden bendenize eliyle işaret ederek ardından takip etmemi isteyince şaşırmış halde: ‘Kimi çağırıyor acaba?’ diyerek etrafıma bakındım. Sonra tekrar eliyle işaret edince bendenizi çağırdığını anladım. Ürkerek ardından gittim. Küçücük bir odada diz dize oturduk. Alnını alnıma koyunca bir anda Tuğrul Efendi ve bendenizi parlak bir ışık huzmesi kaplamıştı. Sonrasında sanki ayakucumdan bir parça çıkarıp fırlatmıştı. Ardından yine, Tuğrul Efendi’nin emri üzerine ikimiz birlikte ayağa kalktık. Bir anda kendimi ağaçtan yapılmış “hayvan kafesi” içerisinde gördüm. Kafes içerisinden dışarı doğru baktığımda Tuğrul Efendi kaybolmuş yerine başka bir zat gelmişti.

Bir başka gün, aynı meydanda kıyamda iken tekkedeki Ser-zâkir Aydın Ağabey hırka giydirdi sırtıma. Bu arada iki gardiyan da bendeniz hakkında aralarında tartışıyordu. Aydın Ağabey, sofraya oturmamı istiyordu. Düşmanca bakan kara giyimli iki kişiye rağmen belindeki hançeri çekip onlara cevaben: “ Otur!” diyerek bendenizi sofraya oturtup çorba ve şerbet içirdi.”

Tüm bunları gözyaşları içinde tekkenin imam-hatibi Tahsin Baba’ya anlattığımda: “Bu rüya kâğıda yazılacak rüya değil, Efendiyle yüz yüze görüşmen lazım.” deyip kalkıp gitmişti. Birkaç dakika sonra geri döndü: “Efendi, seninle görüşecek” dedi. 15 dakika geçmeden bendenizi has odaya aldılar, Tuğrul Efendi ile görüştük.

Manada gördüklerimi ve perişan halimi Tuğrul Efendi’ye ayniyle anlattım. Dergâha gelip gitmemi tavsiye ettikten sonra: “Söyleyecek bir şeyin var mı? Diyerek sordu. Kendimi hasta, Tuğrul Efendi’yi de manevi doktor kabul ediyordum. Bu sebeple: “Efendim, sizin söyleyecek bir şeyiniz yok mu? Diyerek mukabele ettim…

Netice de Tuğrul Efendi bendenize ders vermedi. Dergâha gelip gitmemi tavsiye etti.  Sonrasında tam altı ay boyunca her hafta Karagümrük Dergâhına gittim. Artık yorulmuştum. Ders verilmeyince gitmeyi bıraktım. Zikir dersi alabileceğim başka kapılar aradım. Düştüm, kalktım ama arayışa devam ettim.

Görüşmemizin ardından iki ya da üç yıl geçmişti ki Tuğrul Efendi, bir dostum vesilesiyle haber gönderdi. Lakin bu seferde ben kabul etmedim.

Aşkla sevdiğim Muzaffer Ozak Hazretleri ve Safer Dal Efendiler ber-hayat iken, bendeniz yabanda geziyordum. Vicahen müşerref olamadım.

Takdiri ilahi. Tuğrul Efendi benim kısmetim değilmiş. Netice de “mürid şeyhin, şeyh de müridin nasibidir.”

Tuğrul Baba, yaprak dökümünde Hakk’a yürüdü. Allah Rahmet eylesin. Allahu Teâla, sevdikleriyle buluştursun. Makamını âl-i, devrini dâim eylesin.

Ehl-i irfânın başı sağolsun.

İbrahim Selamet

[email protected]