Sakarya basını bu haberi verdi. “Tıren Gar’a “geliyor.
Güvenilir kaynaklardan da teyit edildi.
Üniversiteden tertibim Ekrem Yüce Bey’e de, rahmetli Yusuf Müftüoğlu’nun cenazesinde, Sağlık Bakanı ile beraberken, “Tırenin Gar’a gelme işini acil halledin” dediğimde. “Hallediyoruz” cevabı da, haberi doğrulamış oldu.
10 Mart’a kadar tıren Gar’a gelecek ve Söğütlüçeşme’ye kadar uzanan İstanbul seferlerine başlayacak inşallah. Tabi ki çalışmalar bittiğinde H.Paşa Gar’ına kadar gidecek.
Konuştuğum bazı insanlar, olayı seçim yatırımı olarak yorumladı ve “inşallah seçimden sonra yine durdurulmaz, kovulmaz” diyenler oldu.
Buna ihtimal vermediğimi söyledim.
7 Yıldır Gar’a gelmemesi eşyanın tabiatına aykırıydı.
Sakarya’nın olmayan sorunu idi ve zorlamayla olan suni bir sorun olarak önümüze koyulmuştu 120 Yıllık tarihi bir imkan, büyük bir kazanım kaybedilmişti.
Akla ziyan bir uygulamaydı. Halka rağmen ve halkla inatlaşmaydı.
Dünyanın ve ülkemizin bütün şehirlerinde şehir merkezlerinden kalkan tıren, bizde önce Arifiye’ye, sonrada M.Paşa’ya kovulmuştu.
Şehri bölüyor ve tırafiği menfi etkiliyor gerekçesi ileri sürülüyordu.
Sirkeci tıren istasyonu İstanbul’un tam göbeğinde idi ve batı yakasını boydan boya bölüyordu. H.Paşa Gar’ı da, şehrin tam ortasında idi ve doğu yakasını Tuzla’ya kadar ikiye bölüyordu. Kocaeli, Ankara, Eskişehir ve daha birçok şehrimizde de aynı idi.
Ama İstanbul’da hiç kimse, Sirkeci Gar’ını kaldıralım, Halkalı ya da K.Çekmece’ye kovalım demiyordu. Ya da H.Paşa Gar’ını, Tuzla’ya taşıyalım diyen yoktu.
Ankara ve diğer kentlerimizde de böyle bir talep, böyle bir mesele, böyle bir suni gündem olmamış, oluşturulmamış, tırenler merkezden kovulmamıştı.
Tırenin ucuzluğu, ulaşım kolaylığı, evde oda da oturur gibi rahat bir seyahat imkanı sağladığı herkesçe biliniyordu. Birde Sakarya kent merkezinden H.Paşa’ya kadar bütün yerleşimlerin( 30 durak ve yerleşim) tam merkezlerinden geçiyor, hepsine, hem de tam ortalarına kadar ulaşma ve oralardan inip binme imkanı sağlıyordu.
Karayolu ulaşımı ise, tüm bu yerleşimlerin çok dışından, arkasından yapılıyor, sadece Harem’e kadar gidilmesine izin veriyordu.
7 Yıl kaybettik. Şehrin tüm bileşenleri cılız sesle de olsa bu durumu kabullenmediğini söylüyordu. Ama duymamazlıktan geliniyor, farklı gerekçeler ve dezenformasyonlarla geçiştiriliyor, kamuoyu susturuluyordu.
Defalarca meseleyi köşeme taşımış ve tırenin merkez Gar’a gelmesini savunmuştum. Birçok yazar arkadaşımız da aynı şeyi yapmıştı.SATSO imza kampanyası düzenlemiş, gazeteler zaman zaman haber ve köşe yazılarıyla bu talebin üzerinde durmuştu. Birkaç aydan beri CHP Kadın kollarının Gar önünde her Cumaertesi günü düzenlediği, “Tıren Gar’a gelecek” etkinliğinin de payını teslim etmemiz gerekir. Birkaç tanesine ben de katılmış ve izlemiştim. Son derece yapıcı bir dil kullanılmış, meselenin partiler üstü ve Sakarya’ın ortak meselesi olduğu dile getirilmişti.
Hiç şüphesiz Ekrem Yüce Bey’in, aday olur olmaz, “Ama üstten, ama alttan tıren Gar’a gelecek” söylemi de, sorunun tıkanan önünü açmıştı.
Bu tıren, ülkemizin doluluk oranı en yüksek olan tıreniydi. 7 Yıldır söndürüldü ve en karlı hat iken, zarar etmişti. Şüphesiz bu hattaki çalışmaların, Pendik’e kadar gitmesi ve H.Paşa’ya gitmemesi, seferlerin çok aza indirilmesinin de bunda büyük payı vardı.
Ama ana neden, Arifiye’ye kovulması idi.
Adalet tecelli ettiği bir durumda ve bağımsız bir yargı varlığında bunun muhasebesi, zararın müsebbipleri üzerinde mutlaka durulurdu.
Ama maalesef ülkemizde bu konuda bir hesap verme sistemi, uygulaması ve teamülü yok. Koltuğu alan bir daha bırakmıyor, zift gibi yapışıyor. Adaletin durumu belli!
Olan oldu ve biz kalan sağlara bakalım.
10 Mart’a kadar inşallah tıren Gar’da olacak. İlk seferine de iştirak etme arzumuz var.
7 Yıl öncesine kadar, yani sık aralıklarla Gar’dan kalktığı ve H.Paşa’ya kadar gittiği yıllarda, en az ayda bir bu tırene biner, H.Paşa’da iner, Üsküdar, Kadıköy sahilinde dolaşır, gemi ile karşıya geçer, Eminönü, Sirkeci, Sultan Ahmet, Karaköy, İstiklal caddesi, Taksim gezer, son sefer olan, yanılmıyorsam 22.10 tırenine biner, Sakarya’ya dönerdim.
7 Yıldır hemen hiç İstanbul’a gitmedim. Gittimse de, ya bir cenaze, çok zaruri bir iş ya da yolcu getirmek veya almak üzere, özel araç ile Atatürk ve Kurtköy Havalimanına kadar olmuştur.
Özlem ve beklentimiz, 10 Mart gününü beklemek, Gar’dan binmek, H.Paşa’ya kadar gitmek ve tekrar eski sıklıkta, sabah 6’dan gece 22-23’lere kadar tırenin çalışması, özlediğimiz düdük sesini tekrar duymamız, Sakarya’yı, değişmez payitaht İstanbul’a bağlayan tarihi bu köprüye tekrar kavuşmamızdır.
Buradan çıkarılacak bir de dersimiz olmalı. Halk birlik olursa, çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Bu konuda fiziki birliktelik olmasa da, düşünsel birliktelik oldu. Bir araya gelinmese de, parçalı halde aynı hedefe koşuldu.
Bir de fiziki olarak, particiliği bir tarafa atarak, tüm ortak dahili ve harici meselelerimizde bir araya gelebilsek, tüm sorunları çözer, halkın önünde kimsenin durma imkanı olmazdı.
Yaklaşık 40 yıldır, nerde bir ortak meseleye karşı bir eylem, hareket varsa, düzenleyenlerin parti ya da ideolojisine bakmaz, katılır, destek verir, destek vermeye çağırırım.
Çağrı yaptığımda, sorulan ilk soru, “Kim düzenliyor” olurdu.
Ben de bu soruya: “Farzet ki, şu meydan da Amerikan emperyalizmine veya ziyonizme bir köpek havlıyor, sen de git onunla aynı yere havla” diye cevap verirdim.
Yani kimliğine, kim olduğuna değil, kime karşı yapıldığına, ortak meselemiz olup olmadığına bak!