Şeytanın en büyük tezgâhı insanları korku damarlarından yakalamasıdır.
Bu damardan yakalanan insanlara ani reflekslerle istemedikleri şeyleri yaptırmakta mahirdir.
İnsanı katil de yapar, saçma sapan işlere de sokar.
İster açlık korkusu deyin, ister işsizlik ya da ölüm korkusu; bütün korkular onun istediği yere çıkar.
İnsanı zaafa uğrat, panik yaptır, düşünmeden hareket ettir!
O yüzden kitaplarımızda istişare emniyetlidir.
İşin ehline danışmak önemlidir, bilmediğinizi bilenlerden sormak çok elzemdir.
Yeni bir korku projesi oluşturuyorlar ya da tarihi tekerrür ettirecekler!
Virüs ile başladılar…
Maske-mesafe-hijyenin bağışıklığı güçlendirmediğini, sadece virüsün daha geç bulaşmasını sağladığını artık anlamışızdır.
Tekrar tekerrür etmesin diye artık bağışıklığımızı sporla, dengeli beslenme ile, doğru nefes almayla, vitamin ve mineral dengesini sağlamakla mümkün olduğunu yazmayan, çizmeyen, anlatmayan kalmadı.
O zaman bir an önce beden ve ruh hazırlığını bunları ön plana çıkarak yapmakta fayda var.
Yoksa baba-oğul-kutsal ruh denklemi gibi maske-mesafe-hijyen ile gidilecek yer bellidir.
Hasılı yine başlıyorlar…
Bu sefer önceden yeni tedbirler almaya başladılar.
Zır delinin birinin doktorumuzu şehit etmesini bahane edip kanunlarla, yönetmeliklerle, psikolojik akıl oyunları ile doktorları tanrılaştırmaya çalışacaklar ki kimse yanlışlara yanlış demesin.
Bunu yıllarca yaptılar.
Önce siyasileri tanrılaştırdılar; herkes onları kusursuz görsün, biat etsin ve tezgâh yürüsün diye…
Öğretmenleri tanrılaştırdılar; her şeyi bilirler, kimse onlardan iyi bilmez diye…
Öyle bilinsin ki her türlü fikri rahat aktarsınlar çocuklara.
Doktorları tanrılaştırıyorlar; istediklerini insanlara rahat yapabilsinler diye… Böylece tanrılaştırmalar alıp başını gidiyor.
Askerleri, komutanları, başkanları, şeyhleri, hocaları dokunulmaz kılıyorlar. Ortada ne din, ne diyanet, ne ahlak, ne insan kalmasın diye…
Hâlbuki bizim insanımız doktoruna saygılıdır, askerini sever, liderine hürmet eder, biat eder.
Bir iki akıl hastasının yaptığına bakarak tüm millete karşı korumaya almak, ayrıcalık tanımak, araya duvar örmek bunca yıl ters tepti, yine tepecektir.
Korumaya alma yönetmelikleri cambaz numarası gibidir.
Dertleri doktor, asker, öğretmen değil, onları kullanıp arkadan istedikleri gibi planlarını yapmaktır.
Doktorluk peygamber mesleğidir.
Hem kalbe, hem ruha şifacıdır.
Eğer yaratıcısını biliyorsa…
Ama peygamber değildir!
Kabahatleri varsa üzerini örtmeye gerek yok.
Bu polisler hiç suç işlemez, öğretmenler hiç yanlış öğretmez, müteahhitler hiç demirden çalmaz gibi bir durumu ortaya çıkarır ve yanlıştır.
Buradaki davranışımız bireysel değil şuursal, zihinsel, eğitimsel olursa kimse kimseye bulaşmaz, kimseyi kimseden korumak zorunda da kalmaz.
Neyse, maksat hâsıl olmuşsa devam edelim…
Şeytan dedik korku damarından yakalar.
Çünkü insanın zaafı bu noktada çok fazladır.
Virüs dediler, ölüm dediler, pandemi dediler, kıtlık diyorlar, açlık diyorlar, petrol diyorlar, savaş diyorlar ve sadece korkutuyorlar.
Çünkü insan korku esnasında korkutanın açık bıraktığı yoldan gider.
Trafik canavarını dışarıda aramamız gibi açlığın, kıtlığın, sefaletin, pahalılığın nedenlerini dışarıdaki müdahalede aratıyorlar.
Kendimize baktırmıyorlar.
Çöpe attığımız ekmeklerin, lüzumsuz harcamaların, stokçuluğun, gereksiz ilaçların, lüks arabaların daha ne varsa bizden kaynaklı olduğunu, dışarıdan kimsenin bize zorla israf yaptırmadığını, keyfi harcamaya itmediğini göstermiyorlar.
Sebep yok, sadece korku var:
Aç kalacaksın, fakir kalacaksın, öleceksin!
Seni virüs öldürüyor, seni açlık öldürüyor, seni Amerika öldürüyor, İsrail hallediyor, küresel ısınma bitiriyor, danalar ozonu deliyor, kutuplar karaları basıyor, hep onlar yapıyor, yaratıcı yok, Allah yok, kader yok!
İman, bu meseleleri aldırmanın önüne geçen tek şeydir.
O yüzden “Ey iman edenler iman edeniz” ayeti bize bakıyor.
Yoksa bu iş onların elinde olsa ortada ne Mescid-i Aksa kalırdı, ne Müslüman ne masum!
Demek ki onlar da istedikleri gibi at koşturamıyorlar ki vaat edileni gerçekleştiremiyorlar.
Siz dikkat edin yeter!
Allah’a şükrü bıraktırıp yerine korku koyacaklar.
Hayatımızı doktorlara, geleceğimizi bilim adamlarına, canımızı askerlere, yaşamımızı devlete borçluyuz kafasını yerleştirmeye çalışıyorlar.
Unutmayın biz birbirimize muhtacız.
Birbirimize ihtiyacımız var.
Sadece doktora, öğretmene, askere, lidere değil; kasaba, manava, bakkala da ihtiyacımız var.
Ama unutmayın; sadece muhtacız, mahkûm değiliz.
Olmazsa olmaz değiller.
Sadece Allah’a mahkûmuz.
Bunu unutursanız herkese tanrıcılık rolü verirler.
Merhum Selahattin abinin dediği gibi: “Örümcekler kendi ağlarına takılmazlar. Düşmanın açık bıraktığı kapılar onun istediği yere çıkar.”
Hal böyle iken geliyor gelmekte olan!
Tarihe mi yanalım, tekerrüre mi?
Allah şuur versin!