Bu köşede zaman zaman başka yazarların makalelerini yayınlar, beğendiğim, meramıma mucip yazılara yer vermekten kaçınmam.
Zira bu yazılar, anlatmak ve yazmak istediğimi ihtiva eder ve beni zahmetten, her bir kelimesi bir duvar taşı mahiyetinde ve sanat eseri ustalığıyla inşa edilen bir eser olan makale inşası külfetinden kurtarır.
Sunmak istediğimi hazır elime verir.
İşte bu yazılardan biri daha:
“ Ayasofya açıldı. Sembol camiler açıldı. Her yere İmam Hatip açıldı. İlahiyatlar’ın sayısı yüzleri buldu. Diyanet İşleri Başkanı protokolde Genelkurmay Başkanı’nın önüne geçti. Ve Yargıtay’ın açılışı dua ile yapıldı.
Bunlar Şeriata doğru gidişin taşlarının döşendiği anlamına geliyor. İktidar adım adım laikliğin altını oyuyor, memleketi Taliban tipinde olmasa da ona benzer bir yönetime götürüyor.
Bir kesimde olan biten böyle okunuyor. Bu yaklaşımda biraz, “Kalkın ey ahali laiklik elden gidiyor” vaveylası var. Bu vaveyla eskiden Silahlı Kuvvetler ve Yargı içinde kimi odakları harekete geçirmeyi amaçlardı. Şimdilerde o odakların kıymet-i harbiyesi azalmış görünüyor, o yüzden silahsız kuvvetlerde bir birikim oluşturulmaya çalışılıyor.
“Şeriata doğru” söylemi, öteden beri bir başka kesimi daha heyecanlandırır. Heyecanın içinde epeyce bir umut da vardır. Ülkede dini ölçüler hakim olursa, İslam’ın daha iyi yaşanacağı gibi bir kanaatin memlekette yüzde 7-8’lik bir toplum kesimini etkilediği tespitleri vardır. Halkının yüzde 99’unun Müslüman kabul edildiği bir ülkede yüzde 7-8’lik bir kitlenin şeriat talebinden söz ediyoruz.
Kurulu düzenin ana kodlarından birisi laiklik ve bu ilke tamamen “şeriat karşıt” bir yaklaşımı ifade ediyor.
Laiklik ilkesi değişmedikçe herhangi bir yönetimin şeriatı getirmesinden söz etmek mümkün değil.
Onun için siyasi iktidarın laiklik varken adını koymadan adım adım şeriata doğru yol alacağı var sayılıyor. İlk paragrafta sıralanan olaylar da buna işaret olarak değerlendiriliyor: Toplum yavaş yavaş şeriata alıştırılır, zaman içinde haşlanmış kurbağa sendromu içinde bir de bakmışsınız toplum şeriatı ister hale gelmiş.
Korku da umut da böyle bir senaryo etrafında buluşuyor.
Ben bu konuyu 1987’denberi üçüncü defadır yazı konusu yapıyorum. İlki “RP ne getirecek?” başlığı ile Yeni Şafak’ta, ikincisi 2000de “FP ve İslam yorumu” başlığı ile yine Yeni Şafak’ta, ve bugün RP - FP’den farklılaşarak yola çıkan Ak Parti iktidarının 19’uncu yılında.
İlk yazıda ben, farklı – karşıt cenahlarda oluşan bu umut ve korkuyu dile getirerek “Korku da ümit de yersiz. RP şeriat getirmeyecek. Türkiye’de bunun şartları yok. RP temiz bir yönetim kurar, özgürlüklerin önünü açarsa bu, Türkiye için en büyük kazanç olur” diye yazmıştım. O yazılarda, bana en çok tepkinin “iktidara doğru yürüyüşümüzde tekerimize çomak sokuyorsun” yaklaşımı ile RP tabanından geldiğini de kaydetmiştim.
Şimdi kalksam, 19 yıldır tek başına iktidarını sürdüren Ak Parti’nin şerait getirmeyeceğini söylesem acaba bugün de Ak Parti’ye oy veren kitlelerden “2023 heyecanını baltalıyorsun” gibi bir tepki alır mıyım?
1987’de, yani Refah Partisi’nin tırmanışa geçtiği gözlenen yıllarda acaba Türkiye’de şeriatla yönetilme isteğinde bulunanların oranı hangi seviyede idi? Ak Parti iktidar dönemi, bu oranı yükseltti mi düşürdü mü?
Bir insanın İslam’ı yaşama kararlılığını kurulu düzenin çerçevesi etkiler. Hele İslam gibi hayatın tüm alanlarına ölçü getiren bir din söz konusu ise, İslam’ı yaşama talebi ile kurulu düzen yer yer karşı karşıya gelir. Onun için dinini bütün ölçüleriyle yaşamak isteyen bir insanın kurulu düzenin en azından kendi inançlarıyla zıtlıklar içermemesini beklemesi tabiidir. İmkan bulursa kurulu düzeni o tarzda restore etmek istemesi de tabiidir.
Aslında inançlara saygılı laiklik yorumunun da, her türden inanç sahibinin inançlarına - hayat tarzlarına baskı yapılmadan yaşayabilmelerine imkan tanıma iddiası vardır.
Peki şeriat gelince ne olur? Muhtemel ki problem “şeriatın izin vermediği” yaşama tarzlarının görünürlük kazanması halinde sınırlamalar getirilmesi noktasında problem olur.
Ak Partinin yönettiği Türkiye, 19 yılda İslam’ın daha çok toplumsallaştığı bir Türkiye midir? Yani tamam Ayasofya açıldı, selatin camiler yapıldı, imam hatipler, ilahiyatlar çoğaldı, milli eğitimde “dindar nesil” hedefi kondu… Tüm bunlar, insanların hayatında dini daha belirleyici hale mi getirdi, yoksa başka bir şeyler mi oldu?
Başka bir şeyler? Siyasi iktidarın yıpranmasına eş bir dini değer sorgulaması mesela… Siyasi iktidarla dini aidiyetin bütünleşmesi ölçüsünde insanların kendisini farklılaştırma yönelişleri mesela… Özellikle genç kitlelerin siyasi iktidarın değerleri ile ayrışması… İktidara yönelik ahlak sorgulaması mesela… Yukardan aşağı dindarlaştırma projelerine karşı iç direnç gelişimi…
Şunu söyleyebilirim: Şayet siyasi kadrolar, taa Refah’a söylediğim gibi, temiz bir yönetim kurmuş olsalardı, 1994’lerden bu yana siyasette ahlak öne çıksaydı ve bu korunsaydı, erdem en gözüken kişilik değeri olsaydı, yolsuzluğun esamisi okunmasaydı, adalet uygulamada anıtlaşsaydı… o zaman toplumdaki İslam talebi çok daha kapsayıcı olurdu.
Üstelik şimdilerin İslam’ın istismar edildiği izlenimi de zemin bulmazdı.
Bence sorulması gereken şey şudur: Şeriatın gelmesi gelmemesi bir yana kimin hayatında ne kadar İslam var?” (Ahmet Taşgetiren )