Aynı başlık altında geçen Çarşamba gün kü ilk yazımızda,
Şah Rıza Pehlevi’nin hayatının bir bölümünü yazmış, hazin ve ibretlik sonuna giriş yapmış, devamı var demiştik.
Bu yazımızda, gerçekten dehşetli hayat hikayesini ve hazin sonunu, iki makaleyi birden okumak ve bütünlük sağlamak üzere okuyucunun idrakine, ve günümüze dersler çıkarmasına matuf olarak arzediyoruz. İşte o makalenin devamı:
“Kırallar, kıraliçeler, d. başkanları, sultanlar, prensler ve veliahtlar hep bir aradaydı.
ABD Başkanı Nixon, Vietnam savaşı nedeniyle gelemedi ama yardımcısını gönderdi.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth katılacaktı ama Şah Rıza Pehlevi'nin karısını orada "En büyük kraliçe" ilan edeceğinin istihbaratını alınca, son anda vazgeçti ve kendisini temsilen Edinburg Dükü ve eşini gönderdi. Japon imparatoru kardeşini gönderdi. Monaco Prensi ailece oradaydı. Arap ülkelerinin kralları, prensleri, veliahtları tam kadro oradaydı. Filipinler’in ünlü diktatörü Marcos ve karısı oradaydı. Yunanistan'ın eski kralı Konstantin bile oradaydı.
Bu davete mollalar "Şeytan Şenliği" adını taktılar.
Rüyalarda bile görülemeyecek 3 gün ve 3 gecenin maliyeti acaba neydi?
Şah Pehlevi davet için kesenin ağzını açtıklarını ve itibardan tasarruf etmeyeceklerini söylemişti. Bu konuda net bilgi ve masraf listesi yok, zaten olması da imkansız.
Bu davete Türkiye adına C. başkanı Cevdet Sunay eşiyle birlikte katıldı. Onlar da kendilerine birer tane yüzük seçtiler. Ancak son anda, birer tane de kızlarına ve gelinlerine götürmek için fazladan iki yüzük aldılar. Görevlilerin o anda yüzleri asıldı ancak geri alamadılar. İranlılar daha sonra fazladan alınan bu 2 adet yüzüğü Türkiye C. başkanlığından kibarca istedi ancak bizimkiler laf kalabalıklığına getirdiler ve yüzükler iade edilmedi, unutuldu gitti? (Acaba şimdi nerede kimin kutusundadır?)
Şah Pehlevi bu davet ve törende kendisini Şehinşah (Yeryüzündeki kralların kralı), eşi Farah Diba'yı ise Şahbanu (En büyük kraliçe) ilan etti.
Gala gecesinde duygusal ağırlıklı konuşarak bütün önemli konuklarına özetle ‘İran ile olan iyi ilişkilerinizi daha da geliştiriniz’ derken, mevcut küresel ilişkilerinin bozulmaması temennisiyle yoğun alkışlar altında kadehini kaldırdı.
Muhteşem bir final sahnesi görüntüsüydü.
O sırada şef garsonlar, Hazar denizden toplanmış havyarların doldurduğu bıldırcın yumurtalarını, altın kaplama maşalarla servis ediyorlardı.
Tüm dünya liderlerini ülkesine davet ederek, şatafat açısından dünyada bugün bile bir başka benzeri bulunmayan, masalsı davete imza atan R. Pehlevi'nin daveti büyük sansasyon yarattı. Büyüklük ve kibir artık nirvana yapmıştı.
İran halkını kendi malı, ülkesini ise kendi eşyası gibi görme hastalığına yakalanan R. Pehlevi, işin kötüsü dünyayı da böyle görmeye başlamıştı. Şah lüks ve şatafata bayılırdı.
Altın, mücevher ve nadide taşlara olan hayranlığını yakınları bilirdi. Yanılmıyorsam dünyada som altından kendisine klozet yaptıran ilk manyaktır.
İtibar ve gösteriş budalasıydı, işin kötüsü ailesinin de kendi gibi olmasını isterdi.
Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde serveti olan Pehlevi, parasını ödedikten sonra dilediği ülkede, istediği insanlara, dilediğini yaptırma gücüne sahip olduğunu sanıyordu.
16 Ocak 1979 günü Tahran'dan havalanan jet uçağının 20 yolcusu vardı. R. Pehlevi, ailesi ve birkaç yakını yanlarında, ufak valizlerle geri dönmemek üzere İran'dan ayrılıyorlardı. Artık masal sona ermiş, hayatın acı gerçekleri başlamıştı.
Yüksek tahsilini tamamladığı, ikinci ülkesi olarak gördüğü ve oradaki bankalarda milyarlarca Dolar'ı yatan Pehlevi ilk olarak İsviçre'den sığınma talebinde bulundu ama hayır cevabı aldı. Amerika'da farklı isimlerle ciddi parası ve yatırım ortaklıkları olmasına ve ABD'nin başkanı kadar güçlü ismi Henry Kissinger'le pek çok konuda kanka olan Pehlevi'yi ABD de kabul etmiyordu. İngiltere, Fransa, Avrupa ülkeleri hatta aile dostu olduğu Monaco Prensi bile üzüntülerini bildiriyordu. Pehlevi'nin Seyşel Adaları'ndan Jamaika'ya, Meksika'dan Brezilya'ya, Uruguay'a kadar pek çok Latin ülkesinde parası vardı ama işte hiçbir işe yaramıyordu.
Şahın karısı Farah Diba, Mısır D. Başkanı Enver Sedat'ın karısı Cihan'a ağlayarak telefon açtı ve dayanılması çok zor koşullar içinde olduklarını söyledi. Cihan, dillere destan güzelliğiyle dikkat çektiği gibi, aşırı duygusal bir hanımefendiydi. Olaya hemen el koydu. Sonuçta first ladylerin dayanışması sonucu Pehlevi ailesi Mısır'a davet edildi.
Şahın Türk bankalarında parası yoktu, Türkiye'de yatırımı olmadı. Türkiye'ye de sığınma talebinde bulundular ama Türkiye olumlu veya olumsuz yanıt vermedi, suskun kalmayı tercih etti.
D. Başkanı Enver Sedat Kahire'de onlara bir saray tahsis etti ve Şehinşah Rıza Pehlevi Mısır'da öldü, toprağa verildi. Şah'ın 31 yaşındaki kızı Leyla kokain kullanırdı:
Bir gece aşırı dozun üzerine uyuşturucu hapları da alınca, gözlerini bir daha açamadı.
Şah'ın 45 yaşındaki yakışıklı ve kültürlü oğlu Ali Rıza girdiği bunalım sonucu tabancasını kafasına sıkarak intihar etti.
Halkını soyarak, eziyet ederek baskı yapanların, adalet ve hukuk kurallarını hiçe sayarak, şatafat içinde, kibirle zorbalıkla yönetmek isteyenlerin final sahnesi hep aynıdır. Genellikle ülkelerinden fare gibi kaçarlar. Vatandaşının sırtından aldıkları, çaldıkları servetler kendilerine hayır getirmez. Sürgün hayatlarında son pişmanlığın beş kuruşluk değeri yoktur.
Pehlevi'nin İran halkını ne kadar soyduğunu hiç kimse öğrenemedi. Zaten büyük olasılıkla kendisi de bilmiyordu. Ülkenin milyar Dolar'ları bir havuza akıyor, Pehlevi ise istediklerine kovalar dolusu bağışlıyordu.
Mollalar iş başına geldikten sonra elde edebildikleri bütün bilgilerin ışığında Şah döneminde 177 bürokrat ve üst düzey yöneticinin soyguna ortak olduğunu, yurt dışına para transferleri yaptığını belirledi. Aralarında belediye başkanları, ordu komutanları, polis müdürleri de dahil saraya yakın herkes talan düzenine ortak olmuştu.
Ancak bunun sadece aysbergin su üzerindeki görünen yüzü olduğunu herkes iyi biliyordu. İran halkının parası İran'a geri dönemedi.” .( C. Çataloğlu’nun makalesinden biraz kısaltılarak alınmıştır.)