Ünlü İngiliz şarkıcı Samantha Fox’un1988 yılındaki Türkiye ziyareti sadece magazine meraklı olanlar için değil onu tanıyan, bilen hemen herkes için büyük bir olaydı. Şarkıcı,İzmir’de bir konser vermiş, oradan İstanbul’a da uğrayaraktarihî ve turistik yerleri gezmiş, Galata’da rakı-balık yapmış, Kapalıçarşı’dan baharat almış hatta fesli bir fotoğraf bile çektirmişti. Bu sonuncuyu ben uydurmuş da olabilirim ama Fox’un Türkiye ziyareti günlerce gündemden düşmemiş, gazetelerde, televizyonlarda yorumcuların, kahvede pişpirik oynayan genç yaşlı erkekler, altın gününde buluşan yahut kapı önünde birlikte çekirdek çitleyen ev kadınlarının diline pelesenk olmuştu. Ancak kısa zamanda adı Semahat’a çıkan İngiliz Hanım kızımız bu ziyaretinde basın mensuplarına hepimizi kalbimizden yaralayan bir demeç vermişti ki kendisi hakkında edilen sohbetler de nihayet bu konuya gelip dayanmaktaydı. Ne demişti ünlü şarkıcı? Kendimiz hakkında iyi bir söz duyma ezikliği içinde sorduğumuz “Türkiye’yi nasıl buldunuz?” sorusuna tek cümleyle şöyle bir cevap vermişti: Ülkeniz iyi de sokakta gördüğüm insanların hepsi asık suratlı!
Tabii o zamanlarda “Samantha Hanım, bir defa kendine gel! Sen kimsin?” gibi cümlelerle muhatabımızın aklını alacak bir özgüvensahibi olmadığımız için ünlü şarkıcıyı arkasından çekiştirmiş, “Neremiz asık suratlı yahu?” edasıyla birbirimizi alıcı gözle süzmüş, hiç de öyle değiliz, gayet güleç hem de misafirperveriz ortak paydasında buluşup kısa süre sonra da unutuvermiştik zaten bu olayı. Unutmuştuk da benim çocuk aklım bu cümleyi silinmez bir yere not etmiş işte. O günden beri tanıdığım tanımadığım insanların her birini mutlaka bu ölçüye göre değerlendirir oldum. Gülümsüyor mu yoksa suratı sirke mi satıyor? Buna göre verirdim notumu. Bugün de bu ölçü benim için şaşmaz bir terazi gibidir.
Samantha Fox’un gözlemi o dönem için ne derece doğruydu bilemeyiz ama bugün içinde yaşadığımız toplumun özetini Türk pop müziğinin küçük dev kadını Sezen Aksu son albümünde vermiş. Aksu, bakın ne diyor bir anda dillere dolanan şarkısında:
Niye herkes bu kadar ciddi?
Okumamış kitaplar ama ciltli
Asık asık yüzlü insanlar
Ta yüreğine kadar kilitli
İletişim ve diksiyon derslerimizde anlatırız: İyi bir iletişimin formülü asık suratlı olmakta değil güler yüzde gizlidir. Atalarımızın “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözünü hatırlatmaya gerek yok. Elbette biliriz bu sözü ama genellikle çıkarlarımıza uyduğunda hayata yansıtırız. Gülümsemenin, güler yüzlü olmanın Peygamberimizin (SAV) bir sünneti olduğu gerçeğini de günlük hayatta pek umursamıyoruz maalesef. Böyle, üzerimizde bol duran bir ciddiyetle dolaşıyoruz ortalıkta.
Birkaç yıl önce verdiğim diksiyon eğitimlerinden birinde çok çeşitli mesleklerden kursiyerler toplanmıştı. Bankacıdan öğretmene, muhasebeciden hemşireye değişik iş kollarında çalışan insanlarla birlikteydik. Bir gün ders esnasında, Adapazarı’nda pastane işleten bir kursiyerimden olağan bir gününü anlatmasını istedim. Sabah dükkânı açtığı andan itibaren akşam eve gidene kadar neler yapıyordu? Genç kardeşim gayet açık sözlü olarak kısa bir özet geçti bize: Sabah erken saatte ilk müşteriler gelmeye başlar, kimisi merhaba der, kimisi selamın aleyküm’ün yanına bir günaydın ilave eder, kimisi hiçbir şey demeden bir çatal iki poğaça ister… Alelacele çayını içip simidini yiyenle sohbet ederiz, öğleüstü tenhalaşır ortalık, akşama kadar benzer manzaralar, sözler, vs. Yedide dükkânı kapatır giderim… Peki, dedim, bütün bunlar olurken sen müşterilere hiç gülümsüyor musun? Birden donakaldı ve arkasından şu cevabı verdi: Niye güleyim ki?
Çoğu zaman unutuyoruz: Gülmek, gülümsemek, sırıtmak aynı şeyler değildir; ciddiyet, ağırbaşlılık ve somurtmak da öyle. Bunlar arasında azıcık güngörmüş bir muhatabın şıp diye anlayacağı farklar vardır. Bu noktayı kaçırıyoruz. Bir ara Çark Caddesinde yürüdüğümde siyah pardösüyle dolaşan çatık kaşlı bir sürü Polat Alemdar görüyordum. Neyse ki şimdi azalmış durumda. Fakat yine de asık suratlı olmayı bir marifetmiş gibi üzerinde taşımaya çabalayanlar var. Bu eziyeti hem kendilerine hem bize neden reva görüyorlar anlayabilmiş değilim.
Öte yandan gülmek, gülümsemek de yılışık olmak, hafiflik veya dalkavukluk gibi düşünülerek boş veriliyor. Hâlbuki doğal ve samimi olan her şey, beden diliyle dışarıya verdiğimiz her mesaj yerine ulaşır ve yanlış anlaşılma ihtimali de sıfıra yakındır. Sahte bir ciddiyet veya güler yüz kendimizi küçük düşürmekten başka bir işe de yaramaz! Son olarak, Sezen Aksu’ya katılıyorum, kitap okumayanlar her nedense diğerlerinden daha ciddi!