Kitabın, ihtiyaçlar listemizin 256. sırasında yer aldığı ülkemizde nasıl oluyor bilmem ama gazete, dergi ve internet sayfalarında en çok rastlanan yazılardan biri de kitap tavsiyeleridir. Kimin okuduğunu bilmesek de okuyacağını varsaydığımız ya da temenni ettiğimiz insanlara kitap tavsiye eder dururuz. Bu tavsiye listeleri elbette mevsimlere göre de değişir; kış kitapları fonda kar, yağmur, fırtınalı; karamsar, ağır içerikli, gotik, fantastik romanların ağırlıkta olduğu, genelde “klasik” diyebileceğimiz kitapları içerir. Yaz kitapları ise bildiğiniz gibi, daha kolay okunabilen, sürükleyici fakat zihni yormayan, eh tabii plajda şezlonga uzanınca okunabilecek kıvamda olmalıdır her zaman. Bu, neredeyse bir kural halini almıştır bile. Bir Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’i sahilde ağır gider, “Budalalığa” hiç gerek yok, onun yerine al marketten Ayşe Kulin’in son kitabını, nasıl olsa her sene bir tane yazıyor, çevir çevir oku keyfince. Yazın ağır kitap gitmez, hele plajda, havuz kenarında hiç gitmez! “Sahilde Kafka” okunur mu yani?!
Buraya kadar söylediklerimiz, kitapları mevsimlere ya da zamana göre tasnif edenler içindi. Kitaba sıkı bir zihin jimnastiği, bir entelektüel meydan okuma, bir er meydanı olarak değil güzel vakit geçirmeye yarayan eğlencelik bir zevk aracı olarak bakan bu grup, bizim için ortalama okur’u (Umberto Eco’nun deyişiyle “ampirik okur”) temsil ediyor. Fakat bir de okuma eylemini günlük hayattan arta kalan zamanda yapılabilen bir şey olmaktansa yaşamın bir gereği olarak gören, zamana ve mekâna fazla takılmadan her tür kitabı okumaya hazır ve hevesli, daha üst düzey bir okur var. Onlar, denizin sığ kıyılarında oyalanmaktansa derinlere doğru yüzmeyi tercih eden, hayata, kendisine, var oluşa dair meseleleri olan ve bunları tartışmaya meraklı, ilgi alanı geniş ve derinlikli, dikkati yerinde ve zorlu okumaları sevenler… Birazdan yapacağım “yazlık” kitap tavsiyeleri onlar için. (Kuramsal terminolojide, bu grupta yer alan okurları Eco “örnek okur”, Riffaterre “üst okur”, Iser “örtük okur” diye adlandırıyor. Okuma işine en çok kafa yoran yazarlardan Alberto Manguel ise aynı tür okurlara “ideal okur” demeyi tercih ediyor).
Sözü uzatmadan, sizlere, yani gerçek okurlara, 2017 yılının kalan bir, bir buçuk aylık yaz mevsiminde okunabilecek, tamamen kişisel tercihlerime dayalı ve fakat iyi okumalar vaat eden on kitaplık bir liste sunuyorum. Beğenen okur, beğenmeyen okumaz; nihayet size “Gül Bahçesi” vaat etmiyorum, onun yerine “Yolları Çatallanan [Bir] Bahçe”ye ya da “Kabul Edilmiş Dualar”la dolu bir hayata tanıklık etmeye çağırıyorum sizi. İstemeyenlere Elif Shafak kitapları hâlâ indirimde, alsın okusun, hem de “şok” fiyata!
-Selim İleri, Dostlukların Son Günü. (Yazarın bütün kitaplarını yazamayacağım için kendimce mevsime en uygun olanını seçtim. Ağustos, biraz da güze hazırlık değil midir? Güze ve hüzne hazırlık… İleri’nin bu kitabı, artık sararıp dökülmeye başlayan yapraklar gibi içimizi burkan anılar, geçmiş ve geri gelmeyecek yaşantıların buğusunda bir anlatı ziyafeti sunuyor.)
-Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme. (“Hepsi hatırlanacaktır, ancak herkes uğruna çabaladığının büyüklüğüyle orantılı olarak yüceldi. Dünya için çabalayan dünyayı fethederek yüceldi ve kendisi için çabalayan kendisini fethederek yüceldi; fakat Tanrı’yla birlikte çabalayan herkesten yüce hale geldi. […] Her şeyi kendi gücüyle fetheden vardı ve Tanrı’yı kendi güçsüzlüğüyle fetheden vardı. Kendisine güvenen ve her şeyi kazanan vardı ve kendi gücünde güvenli her şeyi feda eden vardı; ancak herkesten daha yücesi Tanrı’ya inanandı. Kendi gücünde yüce olan vardı ve kendi bilgeliğinde yüce olan ve kendi umudunda yüce olan ve aşkta yüce olan vardı; ancak hepsinden yücesi İbrahim idi”. Kierkegaard’ı okumak, hızla akıp giden bir ırmağın içinde taşlara, yosunlara tutunmaya çalışmak gibi bir şey…)
- Milan Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı. (Gerçek Kundera okurları bu kitabı en az Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği kadar önemser. Ben niye önemserim? Tebessümle hüznü, mizahla yaşamın katı gerçekliğini bir arada sunabildiği için belki.. Belki de… “Sevgilisine günde dört mektup yazan kadın bir yazma hastası değildir. O, sadece âşıktır. Ama sevgililerine yazdığı mektupların fotokopilerini bir gün yayımlayabilmek amacıyla çektiren dostum, bir yazma hastasıdır.”)
-Virgina Woolf, Mrs. Dalloway. (Yazara aşina olmayanlar, hakkında duydukları basmakalıp sözler yüzünden, bilinç akışı, iç gözlem vb., onu dışa kapalı, tamamen kendi içine dönük bir yazar zannedebilir. Oysa Mrs. Dalloway’i bir kez okumaları bu önyargılarını değiştirecektir. Woolf, bu kitabında sadece Clarisa’yı, Peter Walsh’ı, aristokrat veya sıradan İngilizleri değil, çağının İngiliz toplumunu, yönetimini ve onların yaşama, aşklara, sömürge Doğu’ya, dünyaya bakışını anlatıyor aslında.)
-Kenan Hulusi Koray, Yaz ve Aşk Hikâyeleri. (Sait Faik, bir röportajında “En beğendiğiniz yazar kim?” diye sorulunca tereddütsüz onun adını veriyor, onun “harikulade recit ve nesirler” yazdığından söz ediyor. Ben de bu kitabı alıp okuyorum ve hakkında bir yazı yazıyorum, “Eski Bir Yazardan Eskimeyen Aşk Hikâyeleri”, sene 2005. İşte size kitapta altını çizdiğim cümlelerden biri: “Ve hangi muhayyel kadın ruhunda bir ceylan ruhunun safveti, samimiyeti, sadeliği ve temizliği vardı. Hangi kadın yalnız dudaklarının verdiği ihtirasla yaşamıyordu ki: Bir kadını sevmektense bir ceylanı sevmek daha ziyade makul bir şeydi. Zira, hiç olmazsa içinde yalan ve şüphe yoktu bunun… Bütün kadınlar kalplerini dudaklarında taşırlar.” Öyle mi gerçekten?)
Köşem dolduğu için, kalan beş kitap haftaya…