Yaratılmış her varlığın âlemde ait olduğu bir mertebe vardır. Ait olduğumuz mertebe, hayata ve olaylara bakışımızı belirler.
Bir apartmanın bodrum katındaki penceresinden dışarı bakan birinin gördükleriyle, apartman terasından ufka bakan birinin gördükleri aynı değildir. Yükseldikçe derinlik artar. Fiziki bedenimize ait bu örnek üzerinden gidersek ruhlarımız da böyledir. Ruhların da bodrum katı ve terası vardır.
Hz. Pîr Muhyiddin-i Arabi: “Âlem mertebelerden müteşekkildir” der.
Osmanlı döneminde merâtibu’l ulûm denilen dersler okutulurdu. İlim mertebeleri içinde en yüce mertebe “”marifetullah” ilmidir. En yüce bilgi Allah bilgisidir ki asıl ilim budur. Diğer tüm ilimler alet ilimlerdir. Matematik, fizik, kimya, fıkıh, gibi ilimler hakikatte alt ilimlerdir.
Gaflet içindeyiz. Dünyada olup duran bunca işlerin kendi kendine olduğunu zannediyoruz. Âlemde hiçbir şey kendi kendine olmuyor. Âlemin bir sahibi var.
Âlemdeki mertebelerin farkında olan kişi gündelik hayat içinde başına gelen olayları tesadüf bilmez. Allah’ın fiillerinin farkına varır. Allah’ın fillerini idrak eden insan bir sonraki mertebede Allah’ın sıfatlarını bilir. Allah’ın sıfatlarının tecelligâhı Allah’ın isimleridir. Esmâların âlemdeki ve kendi üzerindeki tesirlerini idrak eden kişi böylelikle Allah’ın zâtına yaklaşır. Allah’ın zâtı hakkında bilgi sahibi olana “İnsân-ı Kâmil” denir.
Bırakın kâmil insan olmayı birçoğumuz hayvani sıfatlarımızdan kurtulabilmiş değiliz. Nefsimizin esiri olmuş durumdayız. Alvarlı Efe Hazretleri ne güzel söylemiş. “Allah bizi insan eyleye”
İmrân b. Huseyn (ra) rivayet eder: (çevre kabilelerden görüşmek üzere bazı heyetler geldiğinde) Hz. Peygamber’in (sav) yanına girmiştim. Yaratılışın başlangıcına ilişkin kendisine sorulan bir soru üzerine şöyle buyurdu: “(Ezelde) Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu.” (Buhârî, Bed’u’l halk, 1)
Allah Rasûlu’nun (sav) bu sözünü kendisine aktardıklarında Hz. Âli’nin cevabı şu oldu: “El ân, kemâ kâne / Şimdi de öyledir”
Allah’tan başka hiçbir varlığın olmadığı Lâ taayyün (mutlak gayb) mertebesi Ehâdiyyet mertebesidir. Allah’tan başka hiç varlığın olmadığı o mertebeden itibaren yirmi sekiz mertebe geçti ve yeryüzünde insanın zuhur edişi gerçekleşti.
Kevn-i fesâd (bozuluş ve yok oluş) âlemi olan “dünya” varlık mertebeleri içinde en altta yer alır. Dünyaya sürgün gönderilen insanın aslı olan ruhlar âlemine dönüş yolculuğunda nefsini ve âlemdeki mertebesini bilmesi/tanıması gerekir.
Yaratılış sebebimiz Allah’ı tanımaktır. Varlık âleminde “insan” olarak yaratılmamız büyük bir şereftir. Şükrümüzün ifadesi de Allah’ı fiillerinde, sıfatlarında, esmâlarında ve nihayet Zâtında tevhîd etmek ve secde etmektir. “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım.”(Zâriyat Sûresi. 51/56)
Efendimiz (sav) “Men arafe nefsehû fekad arafe rabbehû / Nefsini tanıyan rabbini tanır” buyurmuştur.
Bakış açınıza katkısı olur ümidiyle bir hikâye aktarayım sizlere.
Adamın biri akşam vakti evine dönüyordu. Evinin olduğu sokağa tam dönmek üzereydi ki kimin attığını, nereden atıldığını görmediği bir taş başına isabet etti. Yüzü gözü kan içinde kaldı. Bir eliyle başını tutarak tam sokağı döndü ki hiç tanımadığı biri adamın koltuk altına bir ekmek sıkıştırıp uzaklaştı. Adam, koltuk altında bir ekmekle ve bir eliyle başını tutar halde evinin kapısını çaldı. Kapıyı açan hanımı şaşkınlık ve korku içinde sordu:
“Bey, bu halin nedir? Başını kim yardı?”
“Ekmeği veren.”
“Ekmeği kim verdi?”
“Başımı yaran.”
Nefs mertebeleri üzerinden konuya devam edeceğiz.