“ İnsanlık tarihi nice vahşi savaşlara, nice barbar katliamlara şahit oldu. Fakat 46 gündür Gazze’de, Filistin’de şahit olduğumuz vahşeti tavsif etmek mümkün değildir.

                   Tarihte savaşlar hep var olmuştur. Fakat Gazze’de yaşananlara baktığımızda bugüne kadar savaş hukukundan, savaş ahlakından yoksun böylesi bir katliam hiç görülmemiştir.

                   Bütün dinlerin, kültür ve medeniyetlerin savaş hukuku ve savaş ahlakına dair kabul ettiği her ne varsa bu süre içerisinde hunharca ihlal edildi.

                   Cenevre sözleşmelerinin bütün maddeleri daha önce Ruanda’da, Bosna’da, Afganistan’da, Irak’ta nasıl çiğnendiyse bu hukuk ve ahlak tanımaz katliamda da bir kez daha çiğnendi, çiğnenmeye de devam ediyor.

                   Bırakın herhangi bir devleti, herhangi bir terör örgütü dahi bu kadar çocuğu katletmemiştir, sivil insanları bu kadar pervasız hedef almamıştır.

                  Siviller hastaneye koştuklarında hastaneler, okullara sığındıklarında okullar, kamplara gittiklerinde kamplar bombalanıyor. Koca şehrin bütün hastaneleri âdeta çocuk mezarlıklarına dönüşmüş durumda. 2,5 milyon insan açlığa, susuzluğa mahkûm edilmiş durumda. İlaçtan, ışıktan, gıdadan mahrum bırakılmış vaziyette.

                 Üstelik bütün bunlar dünyanın gözü önünde oluyor. 

                 İslam medeniyeti insanlığa hiçbir kültürde, hiçbir medeniyette görülmeyen bir savaş hukuku ve savaş ahlakı takdim etmiştir. İlk literatürün bir parçası olarak savaş hukukuna ve savaş ahlakına yer verilmiştir. Bu literatürün muhtevasında şunlar vardır: Savaşlarda dokunulmazlığı olan insanlar kimlerdir? Sivil-asker ayırımını nasıl yapmalıyız? Savaş halinde olmayan sivillere nasıl muamele edilir? Hedef gözetmeksizin rastgele saldırılar düzenlenebilir mi? Gece baskınları yapmanın hükmü YOUTUBE 22 | İslam’da Savaş Hukuku ve Savaş Ahlakı 22 Kasım 2023 2 nedir? Çocuk ve kadınlar başta olmak üzere siviller canlı kalkan olarak kullanıldığında nasıl hareket edilmelidir? Eman dileyenlere nasıl muamele edilir? Düşmanların malı mülkü yağmalanabilir mi? Hayvanlarına nasıl muamele etmek gerekir? Tabiatın hakkına, şehirlerin hukukuna nasıl riayet edilir? Askerî bilgiler elde etmek için bile olsa işkence yapmak ne denli haramdır? Esirlerin hükümleri nelerdir? Yaralıları tedavi ettirmek ne derece gereklidir? Düşman ölülerini ne yapmak gerekir?

                 Bu vb. sorular etrafında merhamet yüklü adaleti tesis edecek ve ahlakın yüksek umdelerini hayata geçirecek İslam medeniyetinin yüz akı evrensel ilke ve prensipleri, 1300 yıl önce oluşturulan bu literatürde tartışılmış ve her biri birer neticeye bağlanmıştır.

                 Öyle ki bugün hâlâ uygulanamayan Cenevre sözleşmelerinde dahi bulamayacağımız yüksek insani ilkeleri bu literatürde görebiliyoruz.

                  Şüphesiz, bu hukukun asıl temellerini kitabımız Kur’an-ı Kerim atmıştır.

                  Uzun süre savaşa izin vermeyen Kur’an, Müslümanların, hicret ettikten sonra dahi yoğun saldırılara maruz kalmaya devam etmesi üzerine ancak savaşa izin vermiştir: Saldırıya / اُ uğrayanlara zulme maruz kaldıkları için savaş izni verildi.  Savaşta ise sınırları aşmamayı en önemli ilke ve prensip kabul etmiştir.  “Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın fakat sınırı aşmayın;  Allah savaş hukukunun sınırlarını aşanları sevmez.” 

                 Allah Resulü, ilk orduları gönderirken şöyle buyurmuştur: Allah’ın adıyla gidin ve Allah Resulü’nün adıyla hareket edin. Hiçbir pirifaniyi öldürmeyin. Hiçbir  kadını öldürmeyin.  Aşırı  gitmeyin. Islah edici olun.  İhsanda bulunun. Allah muhsinleri  sever.

                  Peygamber (as.) Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Hayber’de, Tebük’te, Mute’de ve diğer tüm savaşlarda, nihayet Mekke Fethi’nde kendisi bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.

                 Hatta Uhud Savaşı’nda amcası Hz. Hamza’yı paramparça edildiğini görünce “ Allah’a yemin olsun ki, onlardan 70 kişi ile misilleme yapacağım.” der demez Hz. Cebrail, âdeta ikaz mahiyetindeki Nahl  S’nin şu son ayetlerini getirir. İlgili ayet şöyledir: “Cezalandıracağınız zaman size yapılanın misliyle mukabele edin. Sabrederseniz bu, sizler için daha hayırlıdır.”

                 Cenab-ı Hak, savaşlarda öfke ve intikam ile hareket etmemeyi Resul’ü üzerinden ümmetine böyle talim etmiştir.  Hz. Ebubekir Üsâme b. Zeyd’i Şam’a yolcu ederken Allah Resulü’nün savaş ilkelerini yeniden şu şekilde ifade etmiştir:  İhanet etmeyin. Aşırı gitmeyin.  Masum insanları mağdur etmeyin. İşkence yapmayın. Küçük  çocukları katletmeyin.  Kadınları ve yaşlıları öldürmeyin. Hurma ağaçlarını yakmayın, devirmeyin. Ağacı, hiçbir meyveli ağacı kesmeyin. Kendilerini  ibadete, manastırlara kapatmış insanlara dokunmayın.

               Allah Resulü savaştan sonra yağmalamayı ve işkence etmeyi yasaklamıştır. Kıyamet günü azabı en şiddetli olanlar; peygamberi öldürenler, insanları dalalete sevk eden devlet adamları, insanlara işkence yapanlardır.” Büyük fetihlerin gerçekleştiği Hz. Ömer döneminde ise bu hukuk âdeta evrensel hukuk ilke ve prensiplerine dönüşmüştür.

               Savaş hukuku konusunda fakihlerin üzerinde durduğu en önemli husus savaşmayan gayr-i muharip sivilleri korumak olmuştur. Savaşta dokunulmaz olan beş sınıf açıkça tadat edilmiştir: Kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, rahipler, siviller,  hastalar, engelliler, ayağa kalkamayanlar, akıl hastaları, çiftçiler, tüccarlar, zanaatkârlar, çobanlar.  Bazı fakihler gece baskınlarını caiz görmemiş, bazıları ise askerî zaruret kaydıyla buna izin vermemiştir. Fukahanın kahir ekseriyeti Müslümanların sivillerin canlı kalkan olarak kullanmasını her hal ve şartta yasaklamış, düşmanın böyle bir tavır sergilemesi durumunda ise Müslümanların saldırmasını caiz görmemiştir. Ancak askerî zorunluluk nedeniyle az da olsa caiz görenler olmuştur.  Hedef Gözetmeksizin Yapılan saldırılarla sivillerin hedef alınmaması gerektiği konusunda tüm fukaha ittifak etmiştir. Sivil Yaşamın olağan akışını bozmak, savaşta bir şehrin suyunu kesmek, gıdalarını tahrip etmek, hayvanların yemlerini yok etmek caiz değildir. Ancak bunlar, askerî zorunluluk sınırlarını aşmamak kaydı ve savaşı durdurup düşmanı barışa zorlamak gayesiyle caizdir. Savaşta kesin olan haram işlerden biri işkencedir.  Teslim olan askere işkence haramdır. Askerî bilgi almak için bile olsa işkence haramdır. Sözlü veya yazılı olarak eman dilendiği takdirde bunu kabul etmek vaciptir. Eman dileyip teslim olduktan sonra saldırmak haramdır.  İslam’a göre her şey Allah’ın mülküdür ve insana emanet edilmiştir. İnsana düşen, savaşta da olsa bu emanete riayet etmektir. Düşmanın evini, işyerini yıkmak, malını mülkünü tahrip etmek caiz değildir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in öğretisine “meyve veren ağaçları kesmeme, binaları yıkmama, şehirleri harabeye çevirmeme” prensipleri eklenmiştir.  Dârülharpte Müslümanlara düşman şehirlerini tahrip etmek helal değildir. Can taşıyan hayvana eziyet yeryüzünü ifsada girer. Esirlere muamelede yediğinden yedirme, içtiğinden içirme, giydiğinden giydirme ilkesi benimsenmiştir. Yaralıların ise tedavisi zorunlu görülmüştür. Ölü düşman askerlerinin düşmana teslimi, mümkün değilse defin işleminin yerine getirilmesi zorunludur. Ölüyü defnetmemek işkencedir. Kaçanın peşine düşmek yoktur. Herkese karşı insani muamele etmek esastır. Allah Resulü, Mekke’nin fethine giderken fetih yolunda bir çalının dibinde yeni yavrulamış bir köpek görmüş ve ordunun geçişi esnasında yeni doğan yavrular zarar görmesin diye Cuayl bin Surâka isimli sahabeyi yuvanın başında nöbete bırakarak, ordunun geçişi tamamlanana kadar oradan ayrılmamasını emretmiştir.

                   Osmanlı Savaş Hukuku Geleneği Kur’an ve sünnetin, raşit halifelerin ve fukahanın savaş hukuku ve ahlakına dair ortaya koyduğu bu zengin müktesebat, bizim tarihimizde bir devlet geleneğine dönüşmüştür. Osmanlı Devleti, muhasım devletlerin insani değerleri ve diplomasiyi hiçe saydığı dönemlerde bile sefer sırasında, savaş meydanında ve sonrasında savaş hukuku ve savaş ahlakı ilkelerinden ayrılmamaya azami özen göstermiştir. Sultan I. Murat Hüdavendigâr döneminde 1361 yılında Edirne Kalesi kuşatıldığı zaman şehir dışındaki Rum bağ bahçelerinden açlıklarını gidermek için yedikleri yemiş ve üzümlerin paralarını ağaç ve kütüklerin diplerine bıraktıklarına Edirne Rum ahalisi şahitlik etmiştir.

                 K. S. Süleyman, sefer hazırlıkları sırasında ordunun geçtiği güzergahta gayr-ı muharip sivillerin korunması için Rumeli Beylerbeyi’ne 1 Haziran 1566 tarihli bir ferman göndermiştir. Fermanda, sefere çıkıldığında ekili alanlara ve otlaklara zarar verilmemesi, sefer bölgesindeki halkın hukukunun korunarak kimseden zorla ve ücretsiz bir şey alınmamasını istemiştir. Verdiği emrin yerine getirilip getirilmediğini kontrol edeceğini de belirtmeyi ihmal etmemiştir.

                Bu konuda başka bir örnek de Sultan II. Mustafa dönemine ait 15 Mayıs 1695 tarihli fermandır. Fermanda sefer esnasında halka adalet, merhamet ve şefkatle davranılması emredilmiştir, halktan karşılıksız bir şey alınmaması ve ekili alanlara saldırılmaması talimatı verilmiştir. Israrla vurgulanan bu emirlerin ardından zulümden uzak durulması için Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetlerine atıfta bulunularak telkinlerde bulunulmuştur.

               Savaşa girilmesi üzerine Padişah adına Başkomutan V. Nazım Paşa, 18 Ekim 1912 tarihinde ecdada yakışır şekilde savaşılmasına, sivillere ve esirlere iyi muamele edilmesine dair talimatname yayınlamıştır. Sebepsiz ve acımasızca kan dökülmemesini, masum, aciz, kadın, çocuk ve esirlere kötü muamele edilmemesini emretmiştir. Silahı olmayan halkın malı ve canı ile kutsal binaların korunmasını istemiştir. Gayr-i muharip unsurlar dışında düşman ordusunda istemeyerek savaşanlara dahi merhamet edilmesini tavsiye etmiştir.

               Mehmetçik, Çanakkale Savaşı’nda yaralı Anzak askerlerini bütün tehlikeleri göze alarak kucakladıktan sonra karşı siperlere bırakmakta tereddüt etmemiştir.”

                 Not: Bu makale, aynı başlık altında neşredilen Pırof. Dr. M. Görmez’e ait olup, çok çok kısaltılarak, özetinde özetini çıkarılarak ve makale içinden cümleler seçilerek yazılmıştır. Dileyenler, Google’ye başlık ismi ve M. Görmez yazarak, makalenin tamamını kaynaklarıyla okuyabilir. Okumalarını da ısrarla önermekteyiz.