Geçen hafta İsmail Abdullah kardeşimiz vatsap’tan iki yazı gönderdi bana. Birisi “İslam Güneşi ve Irkçılık”, diğeri de, amellerimizin hiçbir zaman yeterli olmayacağı bu nedenle kurtuluşumuzun “Tövbe” de olduğunu ve bununla ilgili ayeti konu alan “Estağfirullah” başlığını taşıyor.

                İkinci yazı yani “ Tövbe” ile ilgili olan konusunda zerre yorum yapmaya gerek yok. Zira, alim Tantavi; tevbeden başka kurtuluş yolu yok diyorsa, Peygamberimiz günde yetmiş veya yüz kere tövbe ediyorsa, bizim dilimizden tövbenin hiç eksik olmaması gerektiği gün gibi aşikar.

                İslam’ın ırkçılığa bakışı ise, yazıda da görüldüğü gibi, içinde bulunduğumuz barbar çağa ışık tutacak, ırkçılık belasından kurtaracak yegane çözüm.

                Ancak, çok acıdır ki, biz Müslümanlar bile İslam’ın bu emrine uymuyor, ırkçılık yapıyor, ırkçılığın bir başka marazi boyutu olan mezhepçilik, particilik, cemaatçilik, tarikatçılık, ideoloji, “izm”, kavim, kabile, sülale, aşiret ve bölgecilik yapıyor, Afganistan, Suriye, Irak, Yemen, Libya, Mısır ve Afrika’nın birçok yerinde görüldüğü gibi, mezhep veya kabile farkından dolayı aynı ırktan insanlar bile birbirini acımasızca katledebiliyor, Kur’an Müslümanları olarak dünyaya örnek olamıyoruz ki, ırkçı emperyalistlerden bunu isteyelim.

               İşte değerli, günümüze ışık tutan o iki yazı:

                                                  İSLAM GÜNEŞİ VE IRKÇILIK

                    “Bundan yaklaşık  1450 küsur yıl önce, Arabistan Yarımadasının Mekke Şehri üzerine doğan İslam Güneşi, Habeş' li siyah tenli bir köle olan Hz. Bilâl'in de ruhunu ve yolunu aydınlatmış ve o da Müslüman olmuştu.

                   Onun sahibi azılı müşrik Umeyye bin Halef, dininden dönsün diye onu öğlen sıcağında Kâbe'nin kapısı önünde kızgın kumların üzerine yatırıyor ve göğsüne ağır kayalar koydurarak ona türlü işkenceler yaptırıyordu. Hz. Bilâl bu işkencelere sabrediyor ve; "Allah birdir, Allah birdir!" diyerek karşılık veriyordu.

                  Peygamberimiz (s.a.v) bu durumu gördükçe çok üzülüyor fakat elinden de bir şey gelmiyordu. Hz. Bilâl'e yapılan bu işkencelere şahit olan Peygamberimizin ve Müslümanların üzüntülerine dayanamayan Hz. Ebubekir(r.a) Umeyye bin Halef'e, onun kölelik bedelini ödeyerek Hz.Bilâl'i hürriyetine kavuşturdu.

                  Peygamberimizle birlikte bütün Müslümanlar, Bilâl'in azad edilmesini sevinç gözyaşlarıyla kutladılar ve bu esnada, Hz. Ömer sevinç ve coşkuyla şöyle haykırdı:

"Allah'a hamdolsun ki, Seyyidimiz, Seyyidimizi kölelikten âzâd eyledi!"

                 Lütfen, bu söze dikkat etmenizi istirham ediyorum! Yani; Mekke'nin en önemli kabilelerinden birine mensup ve aynı zamanda, Mekke’nin en asil eşrafından sayılan Hz. Ömer, Habeş asıllı siyahi bir kölenin oğlu, köle Bilal’e, "Seyyidimiz" diyebiliyordu!

                Halbu ki, bu Ömer, Müslüman olmadan önce kılıcını kuşanıp Peygamber Efendimizi öldürmeye giden aynı Ömer değil miydi!?

                Peki onun, o vahşi ruhtan bu yüce ve asil ruha terfi etmesini sağlayan etken acaba sizce neydi!?

               Yaklaşık olarak, 1450 Yıl önce yaşanmış ve Tarih kayıtlarına geçmiş olan bu acı ve elim hadiseyi neden mi yazdım!?

               21.Yüzyılda, çağdaş(!) Amerika ve modern(!) Avrupa'da, beyaz polisler tarafından, dizleriyle boyunlarına basılan, nefessiz bırakılarak kara bir böcek gibi ezilerek, hunharca katledilen siyah ve beyaz tenli mazlumlara ek olarak, dünyadaki tüm mazlumların acısını yüreğimde hissettiğim için yazdım.”

                                           ESTAĞFİRULLAH ! (Allah'dan af dilerim)

             “ Suriyeli Büyük İslâm Alimi Merhum Ali Tantavi diyor ki, bir gün kendi kendime; "Acaba Allah beni seviyor mu!?" diye sordum ve

               Bu sorunun cevabını, Kuran-ı Kerim'de araştırmaya başladım!

               Bu konuyla ilgili olarak, Kur'an'a baktığımda gördüm ki, Allah'ın kullarını sevmesi, kullarının bazı şartları taşımasına bağlıdır!

               Mesela, baktım ki, Allah(cc), "MUTTAKİ" olan kullarını seviyor. Dedim ki, ben asla Muttaki bir kul olduğumu söylemeye cesaret edemem!

               Baktım ki, Allah(cc), "SABİRÎN" den olan kullarını seviyor! Hemen, her konuda sabrımın ne kadar da az olduğunu hatırladım!

               Baktım ki, Allah(cc) "MÜCAHİD" olan kullarını seviyor!

               Gördüm ki, Cihat konusunda da hiç bir gayretim yoktur.

               Baktım ki, Allah (cc) "MUHSİN" olan ve iyilikte yarışan kullarını seviyor!

               Gördüm ki, bu konuda da çok yetersiz bir durumdayım.

               Ben, bir yandan Allah'ın bu durumda beni sevmeyeceğini düşünerek ümidimi yitirmiş, öbür yandan da bugüne kadar yaptığım amellerimi sorgulamaya başlamıştım. Ve maalesef gördüm ki, meğerse benim amellerimin çoğu ya çok yetersiz, ya şüpheli veya günahlarla iç içeymiş!

              Böyle üzgün ve ümidimi yitirmiş bir haldeyken, birden bire aklıma Allah'ın (cc) şu mübarek Âyeti geldi:

              "Şüphesiz Allah  çok Tövbe eden ve çok temizlenenleri sever!" Bakara,222

             O anda, beynimde şimşekler çaktı ve bu Ayetin benim gibi günahkâr kullar için indiğini anladım ve;

              " Sadece Yüce Allah' dan bağışlanma diler ve ona tövbe ederim!" diye, zikretmeye başladım!

              Evet, peygamberlerin en eftali olan bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa(s.a.v) bile; "Ben, Rabbime günde yetmiş veya yüz kere Tövbe eder ve bağışlanma dilerim." buyurduğuna göre, acaba bizim, tövbe ve istiğfara günde ne kadar ihtiyacımız olduğu konusunu siz değerli dostlara bırakıyorum.”

 

,