En basit anlamıyla insan sevgisi olarak bildiğimiz hümanizmi bu yazımızda bildiğimiz günlük anlamından biraz daha farklı olarak ele alacağız. Bu yazıda sorulardan çok bu konunun aslında bizim bildiğimizden daha farklı anlamları üzerinde konuşacağız.
İnsanca, insana özgü, insanlığa ve insana yakışır bir düşünmeye ulaşmak için çabalamak bu bağlamda kavramın en geniş anlamında, insanın değer ve saygınlığına insan olmaya insanlığa olan akıl inancı. Sözlük anlamı bu . İnsanın akıllı bir varlık olması sebebiyle diğer canlılardan farklı ve daha özel olduğuna inanılan ve insanın hakkettiği insanca yaşama ve bu düşünceye ulaşmak için çaba göstermesi gerektiğini savunan anlayış.
Bir kısım düşünür insanın akıl sahibi olması onu özel ve üstün bir varlık olarak kabul etmesiyle kendinde her şeyi hak görür ve kişiyi kibre ve kendini beğenmişliğe (genelde bu kendini beğenmişliği içi boş olur, zaten içi boş insan kendini beğenir) götürürken, bir kısım düşünür ise, mahlukat hakkında iyi düşünme, aklı sayesinde güzele yönelebilme, insana ve insanlığa zarar verebilecek şeylerden aklı sayesinde uzak durabilme, insan varlığının insani erdemlerce biçimlendirilmesi, insancıl değerlerin ve insan şahsiyetinin yetkinleşmesine ve özgürleşmesine yönelik bir çaba olduğunu düşünür.
Hümanizm daha çok Rönesans döneminde kendini göstermiştir. Bu dönemde halkın sömürüye ve sefalete karşı mücadelesi içinde spontene olarak meydana gelmiştir. Hümanizm , feodalizme ve orta çağa karşı burjuva ideolojisinin bir unsuru olarak belirginlikle biçimlendiği, 14.yy’dan 16.yy’a kadarki Rönesans döneminde seçkin bir ideolojik hareket haline gelmiştir. Hümanizm ileri materyalistik görüşlere sıkıca bağlıdır. Bireyin özgürlüğünü ilan edip dinsel çileciliğe karşı çıkarak insanoğlunun zevk alma, dünyasal istek ve gereksinimlerinin hakkını savunmaktadır.
O dönemin hümanist düşünürleri bir anlamda aristokratik bir düzen içinde teoride hümanizmi, eşitliği, kardeşliği savunmuş olsalar da pratikte halktan uzak ve onların yaşam şartları hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları için aslında halkın yanında olmamışlardır. Yani aslında kendileriyle çelişirler.
Zaten –izm eki alan bir çok düşünce ve akım bu durumu yaşamaktadır. Birileri bunun savunucusu olmaya çalışırken bile teoride evet dese de pratikte hayır. Pratiğe dökülemeyen hiçbir düşünce sistemi yararlı olamamıştır. Bir felsefeci olarak düşünmenin önemini her daim vurguluyorum ama sadece düşünerek varettiğimiz şeyin sempatizanı olmamalıyız. Konumuz çok uzun aslında burjuva hümanizmi, sosyalist hümanistler, komünist hümanistler, maksist, varoluşçu, personalizm, pragmatizm gibi bir çok çeşidi var. Herhalde içlerinde bana en yakın olanı pragmatizm, insanı her şeyin ölçüsü yapan insan merkezli görüşünden dolayı olabilir. İnsanı olmadığı gibi göstermeye hem ruhen hem de fiziken çok güçlü ve üstün bir varlıkmış gibi kabul etmek bana çok ütopik geliyor. Her anlamda kısıtlı bir varlık olan insan nasıl bu kadar yüceltilebilir, olmayan sıfatlara layık görülebilir? Elbette ki aklı sayesinde bazı varlıklardan üstün olsa da bu kadar yüceltilip, dünyanın merkezine koymak kulağıma komik geliyor. Bu arada ben bu konuyu çok sevdiğimden dolayı okuldayken üzerinde çalışma imkanı bulup sonrasında da bitirme tezimi yine bu konunun öncülerinden “Desiderıus Erasmus”un kitabı Deliliğe Övgü ile yapmıştım. Hepimizin bildiği Yunus Emre’nin “Elif üstün ötürü pazar eyle götürü
Yaratılanı hoş gör yaratan dan ötürü” dizelerinden anladığımız insan sevgisiyle tarihteki insan sevgisinin bambaşka şeyler olduğunu görüp bir ideoloji olarak nasıl olacağını çok merak etmiştim. Fakat insanlığın ve teknolojinin bu denli değişip gelişmesine rağmen para ve güç için insanın insana taptığını görünce o ideolojilerin bile zayıf kalacağından emin oldum desem yalan olmaz. Neyse biz yine yaratılanı yaratan dan ötürü hoş görelim. Güzel iki dizeyle hoşçakalın. Saygı ve sevgiyle…
“Asude-hatır olmak ise muradın eğer
Rencide etme kimseyi herkesle hoş geçin.” Ferid Kaim.