Saldırıya uğramayan hiçbir şeyimiz kalmadı!

             Yediğimiz gıdalara, içtiğimiz suya, hayat kaynağımız toprağa, havaya, giydiğimiz elbiseye, bir bütün olarak çevreye, vatanımıza, milletimize, kültürümüze, dilimize, dinimize, kimliğimize, kısaca her şeyimize saldırı var.

              Hepsinden mühimi ve çok daha önemlisi, insan hayatına yapılan direk saldırılar.

               Belki de milenyum dediğimiz bu çağda, ilmin, bilimin, fen ve sanatın, teknik ve teknolojinin  zirve yaptığı bu dönemde, 21. asır da, insanlık en cahil, en vahşi, en barbar dönemini yaşamaktadır. Bu duruma “Engizisyon” çağının geri gelmesi de denebilir!

               Sadece Filistin, D.Türkistan, Afganistan, Irak, Suriye, Libya,Yemen, Mısır, Afrika ve yakın geçmişte Karabağ ve  Bosna’da yaşananlar, emperyalizm ve ziyonizmin baskısı altında insanlığın bu asırda ne durumda olduğunu, yerlerde süründüğünü, aşağılıktan öte, çukurlaştığını  apaçık göstermektedir.

                Bu günkü yazı konumuz insanlığın geneline yapılan saldırılar değil.

                Bunun çok küçük bir parçası, yansıması olan HEKİMLERİMİZE yönelik saldırılar.

                Son yıllarda sık sık duyar olduk basından bu haberleri.

                Geçen sene çok değerli arkadaşımız Dr. Fikret Öztürk’e, en son İstanbul’da Dr. Fikret Hacıosman’a ve şimdi de Sakarya’da Pırof Dr. Arif Serhan Cevrioğlu’na.

                 Fikret Öztürk’e yapılan menfur saldırıyı henüz unutmamışken, ardından Dr. Fikret Hacıosman’ın hunharca katli ciğerimizi yakmışken, üstüne Serhan Hocamızın uğradığı  saldırı geldi.  4 Ekim günü, benim de hastahane de yattığım sabah saatlerinde olmuştu menfur olay.

                  Yoğun bakımda vefat eden hasta sahiplerinin, hususen hanımların, çok tabii olarak  ağlamaları, feryat figan etmeleri karşısında, içlerindeki bir beye: “Ben doktorum, acınızı anlıyorum. Ancak burada tedaviye gelen hastaları da düşünmek gerek. Hanımları biraz uzağa alabilir misiniz” gibi bir uyarıda bulunmuş ve üzerine yürümüşlerdi.

                  Serhan Hocamızı yakından tanırız.  Çok değerli bir arkadaşımız ve dostumuzdur.

                  Mesleğini hakkıyla yapmaya çalışan, gayretli, alanında başarılı, vatan ve milletini seven, milli değerlerimize bağlı bir ilim adamı,  nezaket sahibi bir beyefendi insan olduğunu yakından bilenlerdeniz. Tamamen iyi niyetle ve hastaları düşünerek bir uyarıda bulunmuş, yanlış anlaşılmış ve menfi karşılık bulmuştu. Tesellimiz, ağır bir darbe almamış olmasıdır.

                   Acı olan ise; hastalandığımızda kapısına dayandığımız, atamız Muhteşem Süleyman’ın, Kanuni’nin: “Halk içinde muteber nesne yok devlet gibi. Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi” dediği, hayatta en değerli varlığımız sıhhatimizi kaybettiğimizde sığındığımız, derman aradığımız doktorlarımıza bu derece kin duyulması ve el kaldırılabilmesi.

                    Elbette faillerin acısını, o andaki pisikolojilerini de anlıyor, kabul ediyor, paylaşıyoruz. Yakınlarını kaybettiklerini ve ciğerlerinin yandığını biliyor ve anlıyoruz. Acı duymaları ve ağlamaları en tabii hakları ve insani bir durum. İnsan olarak hocamızdan ayrı ve farklı görmüyoruz. Onlarda kardeşimiz ve  Serhan beyle beraber  bir büyük ailenin fertleriyiz.

                    Ama, çekilen acının acısını bir hekimden çıkarma, öfke ve kederi bertaraf etmenin yolu, bir hekime saldırmak asla olamaz, olmamalıydı. Bırakınız bir hekime, oradan geçen bir hayvana, bir köpeğe veya kediye bile saldırma hakkını vermez, veremez, vermemelidir!

                    En fazla yapılabilecek olan, O’nu dinlememek ve ağlamaya devam etmekti. Biraz daha ileri gidersek, sözlü cevap verilebilir, uyarı dinlenmeyebilirdi. Serhan hocamız onlara zor kullanmamış, kötü niyet taşımamış, kaba bir ifade de bulunmamıştı.  Nefsi müdafa dışında saldırıyı gerektirecek hiçbir sebep ve gerekçe yoktur, olmamalıdır. Belli ki, bir anlık acı ve öfke sonucu oluşan bu olay, keşke hukuksuzluğa dönüşmemiş, aklıselimle çözülmüş  olsaydı.

                      Hiç şüphesiz yargı gereğini yapacak, hukukun işlemesini sağlayacaktır. Hiç kimse kendini polis ve yargıç yerine koyamaz, koymamalıdır. “Kendi hukukumu kendi metotlarımla çözerim” yoluna girmemeli, “ihkak-ı hak”kı tercih etmemelidir.

                      Bu ve benzeri saldırıları önlemenin yolu ve  çözümü; diğer tüm sorunlarda olduğu gibi EĞİTİMDİR. Ama sadece eğitimle işin bitirilmesi, yıllar alacak eğitim sonuçlarının alınması elbette beklenemez. Eğitimle birlikte, son yıllarda oldukça zaafa uğrayan güvenlik güçlerinin etkin hale getirilmesi, caydırıcı yetkiyle donatılması, polise karşı gelenin ve yumruk atanın, ertesi gün salıverilmemesi, olaylar olmadan ve büyümeden önleyici bir güvenlik teşkilatının tesis edilmesi de, çözüm olarak acilen ele alınmalıdır.

                      Bu da yetmez, zaafa uğrayan ADALETİN ayağa kaldırılması, caydırıcı, yaptığına bin pişman eden bir ceza ve bir yasal altyapının oluşturulması, ADALETE GÜVENİN SAĞLANMASI, tam bağımsız, adil ve hızlı işleyen, milletin ve mağdurun vicdanında yer bulan, vicdanları rahatlatan bir yargı ve hukuk sisteminin ivedi tesis edilmesi gerekmektedir.

                       Bir mühim nokta daha var ki, o da insanımızı suça özendirmekte, teşvik etmektedir. Filim ve dizilerde, b.sayar oyunlarında, haberlerde savaşın, silahın, kavganın, kabadayılığın, eşkıyalığın, vandallığın  alabildiğine yer alması, insanların ve hususen gençlerin bunlara özendirilmesi, önlerine “rolmodel” olarak bunların koyulmasıdır.

                      Tüm bu tedbirlerin daha fazla geç kalmadan alınması, aciliyet kesbetmektedir. Ayrıca, “AF” YERİNE, KASTEN CAN ALMAYA KARŞI “İDAMIN” BİR AN ÖNCE YASALAŞMASI, “Meclisten geçsin biz imzalarız” sözünün yerine getirilmesi beklenmektedir

                       Devletin en üst düzeyde,  ülkemizde hekimlere karşı bu menfi tavırlar karşısında doktorlara etkin sahip çıkması, kime karşı yapılırsa yapılsın saldırılara karşı  kararlı bir duruş sergilemesi, ilgili Bakanlık ve müdürlüğün ,  vekillerin, başta B.Şehir olmak üzere belediye başkanlarının, Tabipler Odası, Başhekimler, Sağlık Sendikaları, Üniversite, Tıp Fakültesi idaresi ve tüm STÖ’nin birlikte, Sakarya’nın ve ülkemizin  imajını da zedeleyen bu ve benzer olaylara, sadece bu olay değil, Sakarya özelinden hareketle, İstanbul’daki çok daha acı ve kahredici menfur olay da dahil olmak üzere  hekimlere karşı genelde yapılan tüm saldırılara karşı, Sakarya’dan Türkiye adına ve tüm ülke için birlikte tepki vermesi büyük önem arzetmektedir.

                       Katledilen ve yüreğimizi parçalayan Dr. Fikret Hacıosman’a yüce Mevla’dan rahmetler niyaz ediyor, ailesine  sabır ve metanetler diliyor, acılarını yürekten paylaşıyoruz.

                        Pırof Dr. A.Serhan Cevrioğlu hocamıza da geçmiş olsun diyor, yanında ve tüm saldırıya uğrayanların, bilumum mazlumların yanında olduğumuzu beyan ediyor, sırat-ı müstakim üzere sağlıklı, saadetli, istikametli ve üstün muvaffakiyetli uzun ömürler diliyoruz.