Değerli okurlar. “Dünya Bizim” Kültür Portalı için kaleme aldığım köşe yazımdan birkaç paragrafı sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim. İlgilenenler yazının tamamına www.dunyabizim.com adresinden ulaşabilir.

Balkanlar konusunu tekrar gündeme getirme sebebimi arz edeyim.

Belediyecilik Açısından Balkanların Önemi” başlıklı yazımı okuyan dostlar, Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin Bosna gezi heyetinde olduğumu zannetmişler. Bendeniz Bosna gezisine katılamadım. Yazdıklarım, Balkanlar konusundaki ilgi ve önceki tecrübelerimden ibaretti.

Yerel basından öğrendiğim kadarıyla geziye katılan heyette yer alanlardan biri Ferizli Belediye Başkanı Sayın İsmail Gündoğdu imiş. Balkan coğrafyasında yaşanan trajik geçmişi kaleme aldığım “Prekaz – Balkanlardan Göç Hikâyesi” başlıklı kitabımı kendisine takdim ettim. Kahve eşliğinde yaptığımız vatan mefkûremize ait söyleşimizde dinlediğim duygulara yabancı değildim.

Sanırım kökeni Rumeli-Balkan toprakları olmayan ve dolayısıyla hayatında şimdiye kadar hiçbir şekilde Balkanlarla gönül bağı kurmamış kimseler, ilk Balkan seyahatinde aynı şeyleri hissediyor, aynı pişmanlıkları yaşıyorlar. “Keşke Balkanları daha önce tanısaydım” diyorlar.

Bosna Hersek’in başkenti, “Alija’nın memleketi” Saraybosna merkezinde, Baş Çarşı içinde yer alan Gazi Hüsrev Bey Camii’nde Cuma namazı kıldık. Boşnakça verilen hutbeyi anlamadığım halde, kendimi evimde, vatanımda hissettim. Meğer o topraklar bizim topraklarımızmış. Balkanları çok ihmal etmişiz. Sanki kendimi Bursa’da, selâtin camilerinden birinde hissettim. İlk fırsatta karayoluyla Kosova’ya da gideceğim. Endülüs ve Balkan toprakları bizim tarihimizin dönüm noktaları. Kendi tarihimize, geçmişimize sahip çıkmalıyız. Keşke Balkanları daha önce tanısaydım” 

Balkan savaşları sonrasında Rumeli topraklarından Anadolu’ya doğru akın akın başlayan göçlerle birlikte özellikle Batı Anadolu’da İstanbul başta olmak üzere, İzmir, Manisa, Bursa ve Sakarya bir anlamda “muhacir şehirlerine” dönüşmüştür.

Bizler Türkiye’de yaşıyoruz lakin akrabalarımız Balkanlarda halen yaşıyor…  Yılın her hangi bir gününde Balkan topraklarında yaşayan akrabalarımızın ölüm haberlerini alıyor, cenazelerini defnetmek için apar topar uçağa atlayıp Kosova’ya, Bosna’ya, Sancak’a yahut Kırcaali’ye, Üsküp’e, Gostivar’a, Tetova’ya gidip hüzün ve acıyla cenazelerimizi defnediyoruz…

Her yaz düğünlerimiz oluyor Balkan topraklarında. Düğünümüz için memlekete nasıl gideriz? Kaç kişi gideriz? Ne zaman gideriz? Heyecanıyla yaşıyoruz aylarca…

Ve her yıl yeni evlatlarımız doğuyor Balkan topraklarında. Tüm olumsuzluklara rağmen aradan geçen talihsiz yüzyılda köklerimiz ve geleceğimizle ilgili irtibatımız kopmadı.

Balkanlar bizim için neden önemli biliyor musunuz?

Babalarımız, dayılarımız, dedelerimiz o topraklarda yatıyor. Sırp “çetnik”lerin, Hırvat “ustaşa”ların, Makedon ve Bulgar çetecilerin bir gece vakti ansızın köylerimize gelerek dipçik zoruyla ve yaka paça alıp götürdüğü, sonrasında hiçbir zaman evine geri dönemeyen sevdiklerimizin nereye gömüldüğünü bile bilmiyoruz. Kayıp akrabalarımızın -ziyaret ederek- hiç olmazsa ruhuna Fatiha okuyabileceğimiz bir mezar taşı bile yok… Şaka zannetmeyin. Rumeli ve Balkan coğrafyasında tapu senedimiz olan mezar taşlarımız bile sekiz ülkeye dağılmış bizim.

Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Sancak ve Bosnalı aileler sağ salim İstanbul’a ulaştıklarında hayatları kurtulduğu için şükrettiler. Yaşamın küçük dertlerinden sızlanmadılar. Helal lokma ve ekmek parası için gece gündüz çalıştılar. Hayata sıfırdan başlamanın ezikliğiyle duygularını da yeterince anlatamadılar resmî, etkili ve yetkili mercilere… Devletsiz kalmanın ne demek olduğunu en iyi Balkan muhacirleri bilir… “Allah devlete, millete zeval vermesin dediler” yaşamları boyunca.

Kimsenin suçu yoktu, ilahi senaryoda trajik bir kader yaşadılar. Tatmayan bilmez ya… Anadolu’da yerleşik hayattan başka bir hayat bilmeyen, muhacir ve göçmen olmanın ne demek olduğunu asla bilemeyecek olan zengin yerlilerin ticaret yaptıkları dükkânları, ekip biçtikleri toprakları vardı. O talihsiz dönemde Balkanlardan gelen göçmenlerin sıfatı sadece “Mâcır”dı. Ve onlar aynı zamanda ucuz işçiydi. Şimdiki Suriyeli göçmenler gibi.

El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış… Ateş de düştüğü yeri yakarmış.” Tatmayan bilmez” demiş arifler…

Osmanlı, 1389’da Kosova kilidini açarak Balkanlara yerleştiğinde henüz İstanbul feth edilmemişti. Rumeli’nin öte yakası Osmanlı Türk toprağı olduktan sonra Konstantinopolis, “İslam beldesi ve camiler şehri İstanbul” oldu.

Sultan II. Murad’ın şehid olduğu Kosova, hâlen Balkanların kilit taşı. Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından Kosova, şu anda öncelikli bölge haline geldi. Tarih bizi geri çağırıyor. Balkan ülkelerine sahip çıkmak ortak tarih ve kardeşliğimizin vefa borcudur.

Misâk-ı Millî sınırlarıyla daralan “vatan mefkûremizin geniş ufukları,” yeniden harekete geçmemizi bekliyor. Hilafet sancağının düştüğü yerden, Payitaht İstanbul’dan.