Günde beş defa dinlediğimiz bu çağrının ne kadar mükemmel bir sözleşme olduğunu düşündük mü?

Birincisi bu dinin kendisine indirildiği o muhteşem insanın ismi ile anılıyor.

İkincisi mülkün sahibinin en büyük olduğu ve ayni zamanda bir emir olan bu sözle bu emri yerine getiren insan, eş, çocuk ve ortak edinme, acizlik, noksanlık, haksızlık, zulüm gibi O’na layık olmayan sıfatlardan Onu arındırmış olur.  
Sonra…

Burada şahitlik araya giriyor.

Bu mukaveleyi imzalayan diyor ki “Şahit olurum ki Senden başka ibadet edilecek, ululanacak, uğruna ömür verilecek, Her şeyi reddediyorum.
Teksin birsin kadiri mutlak olan sensin.

Sonra şahadet ederim ki o sevgili olarak tayin ettiğin senin resulündür.

O’nun getirdiği kitaba da iman ediyorum, dediklerinin hepsi doğrudur.” 

Dediğimizden sonra ana mukavele imzalanmış oluyor.

Madem ki bunları kabul ettin.

Şahitsin.

Şimdi kurtuluşa ve felaha gel.

Sen de kendini yarın hesap vereceklerin sınıfına kaydettin.

Bunda bir zorlama var mı?

Bu sözleşmeye imza atanların diğerlerinden daha dikkatli olmaları gerekir.

Hangi hukuka bakarsanız bakın, yalancı şahitliğin cezası ağırdır.

Buradaki şahitlik çok düşünülmesi gereken bir şahitliktir.

Şahit olmakla taraf mı oluyoruz?

Bizden niye şahit olmamız isteniyor?

Bundan sonra hem şahitlikte hem uygulamada sorumluluk başlıyor.

İşittik ve itaat ettik emri ile şahitlik teslimiyet kısmına geçiş yapıyor.

Bu sorumluluktan kaçışın imkansız olduğunu anlamak için, alim olmaya ihtiyaç var mı?

Biraz gözlem yeter…