Ülkemizin yaşadığı büyük zelzele felaketinin acılarını yaşamaya devam ederken,
Diğer yandan da büyük dersler içermekte ve deruni hakikatleri üzerinde düşündürmektedir.
Depremi doğuran insan hataları, ayrı ve çok mühim bir konu olarak, üzerinde çok düşünmek ve bir daha bu hataların tekrarına fırsat vermemek, en azından asgariye indirmek temel vazifemiz olduğu tartışmasız herkesin ortak kanaatidir.
Kurumlardan ve insan hatalarından kaynaklanan sebepleri ayrı bir yazı konusu yapmak ve yaraların sarılmasından sonraya bırakmak üzere,
Bu makalemizde işin yaratılış, felsefi ve ilahi boyutlarına ve boyutlara bağlı gerekçe ve maksatlar üzerinde fikir jimnastiği yapmaya çalışacağız.
Düşündüren hususlardan birisi, dünyayı yaratan, pilanlayan ve pıroğramlayan İlahi iradenin, neden yerküreye deprem özelliği koyduğu ve fay hatları yerleştirdiğidir.
Yeryüzünü ve tüm yaratılmışları ( toprak, hava, su, hayvanlar ve bitkiler ) insan için yaratan ve insanın hizmetine sunan İlahi güç, neden deprem özelliğini de içine yerleştirip, insanoğluna zarar versin?
Bunun sebeplerinden ilki, dünyanın bu özelliğini insanoğluna fiili olarak bildirip göstererek, insanların dünyada teknolojide ne kadar ileri giderlerse gitsinler,
Ne kadar göğe yükselen binalar, gökdelenler, dev köprüler, büyük havalimanları, kaleler ve benzeri en güçlü yapıları yaparsa yapsınlar, O’nun gücü karşısında hiçbir şey olmadıkları,
Bir dakikaya bile ulaşmayan bir sürede, bütün bu yapıları beşik gibi sallayabildiğini, yerle yeksan edebildiğini,
Bizim yaptıklarımızın O’nun katında sinek kadar bile gücü olmadığını ve O’nun kuvvet ve kudretini dünyada iken ve fiili olarak anlamamız, görmemiz ve idrak etmemiz için olsa gerek.
Kendini bir şey zanneden insanoğlu, deprem olmasaydı, dünyada yaptığı eserlerin çok güçlü olduğunu zannedecek, kendi gücünü ilahlaştıracak olabilir miydi?
Firavun bu vehme kapılmamış mıydı?
Şüphesiz dünyada bir çok şey insanoğlunun acziyet ve güçsüzlüğünü ortaya koymaktadır ama deprem bunu en çok gösteren ve fark ettiren bir vakıa olarak insanoğlunu tartışmasız teslim almakta ve haddini bildirmekte değil midir?
İnsanoğlunun binlerce bomba ile imha edebildiğini, İlahi irade saniyeler içinde yok etmekte, küçük bir sarsıntı ile işi bitirmekte,
Yaradan’ın nezdinde bizim yaptığımız en sağlam yapıların bile, birer kartondan kuleler hükmünde olduğunu depremle görmüş olmuyor muyuz)
Bizim için büyük bir ibret olarak depremlere bu yönüyle bakmak ve üzerinde düşünmek durumunda değil miyiz?
Düşündüren ikinci husus, İlahi kudret yeryüzüne bu karakteri yerleştirerek, tedbir alıp almayacağımızı, büyük aç gözlülük ve sahtekarlıkla bu hususu ihmal edip etmeyeceğimizi, dünyaya haddi aşan bir önem verip vermediğimizi ve bu yönüyle de tüm yaşam boyu olan imtihanın bu kısmından da sınava tabi tutulduğumuzu hatırlatmak ve göstermekte olduğu değil midir?
Yani, hiçbir şeyinize güvenmeyin, haddi aşmayın, tedbiri elden bırakmayın, Allah’ın verdiği akıl ve vicdan nimetini kullanın, dünyada kendinizi kalıcı sanmayın, kalıcı gibi işlere girişmeyin demek değil midir?
“Tedbiri al, takdiri Allah’a bırak” sözünün imtihanı olarak bu mevzuya bakmak durumunda değil miyiz?
Düşündüren bir diğer önemli husus ta, dünya hayatının geçici olduğu, “Bir ağacın altında gölgelenmek” ya da “Bir yolculuk esnasında mola vermek” kadar ve gibi olduğu halde,
En fazla 80-100 sene yaşayıp gidileceğine ve bir daha geri dönülmeyeceğine göre, dünyaya bu kadar değer vermek, yedi sülalemize yetecek ve artacak kadar para ve mal biriktirmek, daha da mühimi, bu kadar lüks ve saltanatlı barınaklar yapmanın akli, mantıki ve gerekli olup olmadığını akla getirmesi ve sorgulanması gerektiğidir.
Birkaç on saniyede kağıt gibi katlanan ve bir moloz yığını haline gelen Firavunvari evler gerekli midir?
Bırakıp gideceğimiz ve peşinden her gelenin de kalıcı olmadığı bu evlere bu kadar önem vermek, bu kadar lüks, pahalı, şatafatlı ve sarayvari yapmak yerine,
Daha mütevazi, her an terk edeceğimiz, muvakkat kalacağımız kadar bir zaruri ihtiyacı karşılayacak, sadece yağmur, sıcak ve soğuktan koruyacak sadelikte olması gerekmez mi? Milyonları gömdüğümüz ve sonunda terk edeceğimiz ve en küçük bir afette çöp olacak bu kadar görkemli yapılara ihtiyaç var mıdır ve bu durum ne kadar aklidir?
Bu konuda da yeniden düşünmek ve muvakkat ruha uygun yeni alternatifler üretmek durumunda değil miyiz?
Kaynaklarımızı atık olacak bu ölümsüzcesine yatırdığımız apartmanlara değil de, insanlığın zaruri ihtiyaçlarına, eğitime, ilime ve bilime, adil bölüşüme, adalet ve ahlaka ayırmak daha akıllıca bir iş değil midir?
Hangi birimiz, seyahate çıktığında yarım saat mola verecek yere, kalıcı ve dahası bunca lüks evler yapmak ister?
Son olarak ta depremlerin “KIYAMET” hatırlatması, düşündürmesidir.
Kıyametin nasıl kopacağı ve bir gün mutlaka olacağı, küçük kıyamet olan deprem, sel, yel ve benzeri tabii afetlerle ortaya koyulmuyor, bize mini bir örnek olarak sunulmuyor mu?
Kainatın neresine baksak, akletmemiz, düşünmemiz, tefekkür etmemiz ve MUTLAK GERÇEĞİ anlayıp görmemiz için sadece deprem değil, nice nice deliller yok mudur? Ne zaman akledeceğiz?
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde, insanlara fayda sağlayarak denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirdiği ve ölümünden sonra yeryüzünü kendisiyle canlandırdığı suda, orada yaydığı farklı türdeki her bir canlıda, rüzgârların çevrilip yönlendirilmesinde, gök ve yer arasında emre amade kılınmış olan bulutlarda akledenler için (üzerinde düşünülüp, bunları yapanın tek ilah olduğu ve kulluğun yalnızca O’na yapılması gerektiğine dair) deliller vardır.” (2/Bakara 164)
“ Allah katında canlıların en şerli olanı (hakka karşı) sağır ve dilsiz olan, akletmeyen kimselerdir.” (8/Enfâl 22)
“Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bahçeleri, ekinler, çatallı çatalsız hurmalıklar vardır. Hepsi tek bir suyla sulanır. (Ama) bazısının lezzetini bazısından üstün kılarız. Şüphesiz ki bunda, akleden bir topluluk için ayetler vardır.” (13/Ra'd 4)