Persilvanya hadisesinden sonra, bu vakayı gerekçe kılarak ve fırsat bilerek,  yazılı ve hususen de sosyal basında, iş tamamen genelleştirilerek ve toptancı bir yaklaşımla, cemaat ve tarikatlara yönelik yıpratma, itibarsızlaştırma, ötekileştirme, düşmanlaştırma ve büyük  bir linç kampanyası başlatıldı.  Kampanyaya her düşünceden insanlar katılmış olup, topyekün bir infaz çalışması içindeler.

Bir kısım  ideolojik gurupların  bu linç etkinliği içinde yer alması anlaşılmaz değil. Ancak, daha yakın bir geçmişe kadar aynı karalamaya ve  yargısız infaza maruz kalan, geçmişte  temel hak ve hürriyetleri gasp edilen ve  İslami hassasiyetleri olduğu bilinen kesimlerinde bu “yasakçı” ve “yargısız infaz” kampanyasına dahil olmaları, bu  anlayış ve özlem içinde bulunmaları, geçmişte kendilerine yapılanları, bugün başkasına yapmak istemeleri, kanunu ve çok daha mühim olan “ hukuk ve adaleti” ıskalamaları, görmezden gelmeleri, çifte sıtandardın çok ötesinde, ahlaki temelleri zorlayan bir değişim ve dönüşüm olarak göze batmaktadır.

Nasıl olur da dünün mağdurları, bugün aynı mağduriyeti başka, hatta kendilerine yakın bir kesime yapmak isterler!? Kaldı ki, insan hakları ve hukukun gereği olarak, ırkı, rengi, dini, mezhebi, meşrebi, partisi, hizbi, cemaati, mevkisi ve makamı ne olursa olsun, ayrım yapmaksızın tüm temel hak ve hürriyetleri, yaratılıştan kazanılmış hakları savunmaları ve “mazlumun kimliği sorulmaz” ilkesine, kim olursa olsun “zalime karşı, mazlumdan yana” bir duruş sergilemeleridir.

 “Bir topluluğa (partiye, sülaleye, aşirete, cemaate v.s) duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun.” ( Maide, 8 ) Ayet-i Kerimesi bunu apaçık ortaya koymuyor mu?

Yıllarca cami minberlerinde Müslümanlara söylenen “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini bugün hatırlamamamız, görmezden gelmemiz nasıl izah edilebilir?

Cemaat ve tarikatların  ( bunlar içi içe geçmiş kavram ve oluşumlardır. Her tarikat bir cemaat, her cemaat ise ekseriyetle tarikattır) her biri, halk içinde, devletten bağımsız, “gönüllülük” esasına dayanın bir gerçek sivil toplum oluşumlarıdır. Bir kısmının dernek ve vakıfları da vardır.

Ülkemizde binlerce vakıf, dernek, oda, sendika, birlik, parti gibi bunlar da yasal ve hukuki kuruluş ya da oluşumlardır. Tüm sivil toplum örgütleri neyse, bunlar da aynıdır ve çok daha sivil ve çok daha halk içi gönüllü yapılanmalardır.  Demokrasi/ dimoskrates/ dimokratia kapsamı içinde yer alan, alması gereken yapılardır. Bir yandan demokrasi diyeceksiniz, diğer yandan da demokrasinin hayat hakkı verdiği oluşumlara karşı olacak, yasakçı ve infaz edici bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Bu demokrasi diyenler, demokrasiye inananlar için de tam bir çifte sıtandarttır.

Ayrıca, tarikat ve cemaatler “gönüllü halk mektepleri” sivil eğitim kurumları, yardımlaşma ve dayanışma oluşumlarıdır.

 Yasakçı, baskıcı, despot ve ateist Sovyet faşizmi zamanında, Balkanlar ve Kafkaslarda, bütün yasaklara, baskı ve zulme rağmen İslam’ın oralarda ayakta kalabilmesi, bu “gizli ve gönüllü halk mektebi” tarikat ve cemaatlerle  sağlanabilmiştir. Birçok yerde devletin yapamadığını, bu gönüllü ve tamamen sivil  tarikat ve cemaatler yapmıştır.

Bir derneğin ya da bir vakfın hatasını, tüm dernek ve vakıflara yıkmak ve toptancı bir yaklaşımla yaklaşmak ne kadar abesle iştigal ise ve böyle bir şey yapılmıyor, yapılamıyorsa, cemaatler içinde aynı şey geçerlidir.

Cemaatleri kapatalım, yasaklayalım, DİB’na bağlayalım, DİB denetlesin  demek, tüm STÖ’ni kapatalım, yasaklayalım anlayışı gibidir. Çevre dernekleri, Çevre Bakanlığına mı bağlı ve bu bakanlıkça mı denetleniyor? Cami dernekleri DİB’na mı bağlı ve DİB mi denetliyor?

 Ya da, okullar, belediyeler, kurum ve kuruluşlar yanlış yaptığında, “kapatalım” diyor muyuz?.

Hukuk devletin de “suç varsa ceza vardır” pırensibi hakimdir, hakim olmalıdır.

Tarikat ve cemaatlerde, bunların vakıf ve dernekleri de aynı kapsamdadır. Bir yanlışları, hukuksuzlukları, yasa dışı faaliyetleri varsa, gereği yapılır, yapılmalıdır. Bugüne kadar yapılmamışsa büyük bir hatadır.

 “Kapatalım, yasaklayalım” demek, antidemokratik, hukuksuz, yasadışı ve faşizan yaklaşımlardır. “Yargısız infaz”dır.

 “Bize oy vermediler, her zaman şunlara oy verdiler” gerekçesine sığınarak kapatalım demek ise, ayrı bir garabet, büyük bir monarşik anlayıştır. Oy vermeleri temenni edilebilir, umulabilir ya da istenebilir. Ancak, neden vermediniz, nasıl vermezsiniz anlayışı hukuk dışı, despotik ve baskıcı anlayışın, inancın eseridir. Hiç kimse, adı, sanı ne olursa olsun, “şuraya oy vermek zorundasınız” kapsamı içinde yer alamaz.

“Yabancı istihbaratlar idare ediyor, kontrol ediyor” ya da “ şu emperyalist devlet yönetiyor” gibi yaklaşımlar, bu ülkede hukukun ve adaletin işlemediğini gösteren ifadelerdir. Eğer böyle ise ve bu somut olarak tespit edilmişse, bugüne kadar haklarında yasal işlem yapılmaması, ayrı bir hukuksuzluk, kötü bir yönetimin tezahürüdür. Tespit edilmişse bugün, hatta ta başından beri işin üzerine gidilmeliydi ve gidecek olan da DEVLETTİR..

Bugüne kadar idare edilip, bugün “oy vermiyorlar” gerekçeleri ile üzerlerine geçmişte değil bugün gidilmesi, çifte sıtandart ve hukuk dışı bir uygulamadır.

Sonuç olarak; tarikat, cemaat, parti, dernek, vakıf, oda, sendika, birlik veya adı ne olursa olsun tüm sivil oluşumlar var olmalı, ancak, hukuk dışı uygulamaları denetlenmeli, suç varsa üzerlerine, suçu işleyenin üzerine gidilmelidir.

Tüm resmi kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi.

 Tarikat ve cemaatlere gelince; kendinize değil, İSLAM’a, HAK’ka, adalete, ahlaka, fazilet ve erdeme çağırın. Kendinize değil, millete, ümmete adam yetiştirin. Arı, pak, şeffaf olun.

Diyanet ise, bir an önce siyasetin emrinden çıkıp, özerk olmalı, ehil ellere teslim edilmeli, arı ve pak İslam'ı, hiçbir merciden çekinmeden, yalnız HAK'kın rızasını güderek anlatmalı, yanlış anlatanları tekzip etmeli.