Bir “Çeçenistan”  vardı.

                Çeçenya dağlarının kartalları, aslanları, yiğitleri; Cevher Dudayevler, Şamil  Basayevler, Ömer Hattaplar, Salman Raduyevler, Aslan  Mashadovlar, Abdulhalim  Sadullayevler, Zelimhan Yandabiyevler ve onlarla beraber korkusuzca savaşan binlerce isimsiz kahraman vardı.

                Müslüman etiketi taşıyan devletlerin  liderlerinin, tek tek veya birleşerek   karşı

koyamadığı Rus emperyal  devine, Putin mezalimine  karşı, tek tek ve bir avuç mücahit olarak, korkusuzca  direniyor, özgürlük, vatan, onur, haysiyet ve şeref mücadelesi veriyorlardı.

               Koca bir Müslüman alemi seyrediyor, önderleri zalimin yanında yer alıyordu.

                Çeçenistan halkı fevç fevç katledilirken, Müslümanların onuru, gururu ve itibarını koruyan bir avuç  Çeçen lider, suikastlerle tek tek  ortadan kaldırılırken, gaz alan, tirübinlere oynayan, yağmasa da gürleyen Müslüman diyarların önderleri, hiç oralı olmuyor, şehitlerle ilgili tek bir laf etmiyor, gaz alma ve tiribünlere oynama kabilinden de olsa sesleri çıkmıyor, adeta, Rus zalimleri il işbirliği yapmışçasına, Çeçen davasını satmışçasına  hareket ediyor, Putin ile işbirliğine devam ediyorlardı.

               Çeçenistan’ı,  şehit kanlarıyla sulanmış bir vatanı ve  şehit kanlarının üstüne işbirlikçi bir çocuğu, zevk ve eğlence tutkununa,  gaspçı, Putin piyonuna  Kadirov’a teslim ederek.

               Ülkemize sığınmış, bize misafir olmuş Çeçen mültecileri bile, benim ülkemde, benim evimde, Rus gizli ajanları tek tek vuruyor, katlediyor ve faili meçhuller arasına katıyordu.

               Çeçenistan’ın fahri konsolosluğunu, hizmetkarlığını,  ayakta kalabilen ve bize sığınan çoluk ve çocuklarının, mağdur ve mazlumlarının  yaralarına merhem olmaya çalışan, bizim vatandaşımız  “MEDET ÜNLÜ” bile Ankara’da alçakça suikaste maruz kalıyor, şehit ediliyordu.

              Son olarak ta,    yaralanıp tedavi olmak üzere ülkemize sığınan ve 10 yıldan beri K.Maraş şehrimiz de hayata tutunmaya çalışan, büyük şehitlerimiz Dudayev ve Basayev’in silah arkadaşı  SUFYAN  ZUBAEV’in de, 30 Ağustos da  kalleşçe katledilişinin haberini okuduk.

              Hem de, ülke geneline hitap eden basında değil, Maraş ilimizin sınırlı bir iki haber sitesinde.

              Bir “magazin” artis ve aktirisi kadar haber değeri olmamış, ülke gündemine girmemiş, neredeyse duyulmamış, duyurulmamıştı! Muhakkaktır ki, şöhretlilerin boy gösterisi yapmadığı, fotoğraf çektirmediği, namazda en önde yer almadığı, sade bir cenaze merasimi ile defnedilmiş, ebedi aleme yolcu edilmiştir.

             İ.nette uzun aramalardan sonra, “Nabız Haber” ve  “Kahramanmaraş manşet” haber sitesinde bulabildiğim ( ben becerememiş de olabilirim ) ve yazdıkları kadar malumat sahibi olabildiğimiz haber muhtevası “Manşet” de şöyle idi:

              “Yaklaşık 10 senedir Kahramanmaraş’ta bulunan, C. Dudayev ve Ş. Basayev’in silah arkadaşlarından Çeçen mücahit Sufyan Zubaev, uğradığı hain bir saldırı sonucu şehit oldu!

             Çeçen Mücahit,  savaştığı sırada yaralandığından dolayı 10 yıl önce Türkiye’ye tedavi için gelmiş, sonrasında ailesi ile beraber Türkiye’ye yerleşmişti.

             KGB’nin ölüm listesinde yer alan mücahidlerden biri olan Sufyan Zubaev, üç beş kuruş kazanıp evine ekmek götürmek amacıyla bulunduğu pazar yerinde, haraç almak isteyen üç beş çakalın saldırısına uğramış, gerçekleştirilen saldırıyı bertaraf ettikten sonra, it sürüsü gibi gelip arkadan saldıran alçakların demir sopalarla kafasına vurması neticesinde, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

             Sufyan Zubaev Kimdir?

1964  doğumlu S. Zubaev; C. Dudayev ve Ş. Basayev  ile beraber 10 yıl Çeçen davasında savaşmış,  meşhur Grozni ( CAHARKALE olan şehrin ismi, Rus çarı Korkunç İvan'a  (İvan  Grozni) ithafen Grozni olarak Ruslar tarafından değiştirilmiştir ) savunmasını yapan grup içinde yer almış, askerlik döneminde 3 yıl Sibirya’da sürgün hayatı yaşamış, sürgün dönüşü kendini Çeçenistan’ın bağımsızlığına adamış, C. Dudayev ve Ş. Basayev’e en yakın isimlerden biriydi. Ömer Hattab ve diğer meşhur Çeçen komutanlarla beraber uzun dönem cihat etmişti.”

                  Evet. S. Zubaev’de yedi sabisini yetim bırakarak şehitler kervanına katıldı.

                  Muhtevasını tam bilemediğimiz bu menfur cinayet, eğer doğru haber alabilmişsek, bizim ülke ve bizim ilimizde, bizim misafirimiz iken, hem de “haraç alma” gerekçesiyle, “it sürüsü  gibi gelip arkadan saldırılarak” (gazetenin haberinden iktibas) işlenmiş ve  şehit edilmişse, çok daha acı, kahredici, utandırıcı ve bizi yerin dibine sokan bir cinayet olarak tarihe geçecektir.

                 Katillerin biran  önce bulunarak ve hak ettikleri cezayı almalarını umut ederek, O’na ve tüm kahraman Çeçen şehitlerimize rahmet diliyor,  minnet ve şükranla anıyoruz.

                  Onlar onur ve şereflerini kazanarak, ebedi hayatı, inşallah cenneti kazandılar.

                 Ya Müslüman Alemin önderleri, mücahitleri satanlar,  zalimlerin işbirlikçileri ne olacak!?  Ve hiçbir şey yapmayan, elinden geleni bile ihmal eden, dünyevileşen, derdini dahi taşımayan, “kasa ve masa” idealine mahkum olan bizlerin hali ne olacak!?

                  Çeçen şehitleri, mazlum Çeçen halkını, D.Türkistan’dan Libya’ya, Yemen’den Karabağ’a, Arakan’dan Suriye’ye, Irak’a, Afganistan ve Filistin’e, Afrika’ya kadar kan gölüne dönmüş Müslüman coğrafyayı hatırlarken, üstad M.A.Ersoy’un şu dizeleri aklımıza geliyor:

                  Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

               Mahşerde mi bîçarelerin, yoksa felâhı!

               Nur istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

              'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!