Yerel seçimlerden sonra başlayan “hesap sorma, kelle alma, özeleştiri” tartışmalarının dozu artıyor.
 Ancak tüm tartışmaların odağında AK Parti var.

            Bu doğru bir odak mı? Bence değil.

                 Özeleştiri yelpazesi, AK Parti’de genel başkan yardımcısını görevden almak, bakan değiştirmek, yeni bürokrat atamaktan ibaret ise yanlış bir hesap yapılıyor.

                 Zira MESELE, BİR PARTİ MESELESİ DEĞİL, BÜYÜK BİR CAMİANIN BÜTÜN OLARAK YIPRANMASI, İLKESEL EROZYONA UĞRAMASI VE İRTİFA KAYBETMESİDİR.

                                     Camia nedir, kimlerden oluşuyor?

                 Camiadan kastım muhafazakar, dindar, mütedeyyin insanların tamamının oluşturduğu bir sosyal yapı.

                  Türkiye’de Osmanlının son döneminden başlayarak bir damarı temsil eden, oradan beslenen ve onun izlerini takip eden sosyolojiden bahsediyorum.

                  Farklı farklı fraksiyonları, meşrepleri, dini anlayışları, hedefleri olsa da politize olmuş ve kutuplaşmış ortamda bunların tümü aynı daire içinde anılıyor bugün.

                  Yanlış etiketleme, hatalı suçlama, kötü faturalandırmaların yapıldığını görsek de, bunu toplumun geneline anlatmanız neredeyse mümkün değil artık.

                  FETÖ’nün neden olduğu tahribatı sadece devlet kurumları içinde, siyasette arayanların en büyük hatalarından biri de tam burada karşımıza çıkıyor.

                 FETÖ ÖYLESİNE BİR TAHRİBAT YAPTI Kİ, ONLAR GİBİ CEMAAT OLAN TÜM GURUPLARI  TÖHMET ALTINDA BIRAKTI, MAHKUM ETTİ, TOPLUMDA SUÇLUYMUŞ GİBİ GÖSTERDİ.

                  Namaz kılan, hacca giden, başörtüsü takan birinin nasıl olur da casusluk faaliyeti yaptığına, devlete ve millete karşı darbe yaptığına şaşıran toplum, diğer cemaat ve tarikatları da aynı görmeye başlamadı mı?

                  Çocuk istismarı olan tarikatlardaki bireysel suçlar da aynı şekilde tüm Kur’an kurslarını, vakıfları ve diğer cemaatleri de algısal olarak tahrip etti.

                  GENÇLERİN DİNDEN UZAKLAŞMASININ NEDENLERİNDEN BİRİNİ DE, CAMİANIN TAMAMINDA GÖRÜLEN EROZYONDA ARAMAK GEREK.

                                             Politize Olmanın Bedeli

                   Bazı yanlış kavramların her geçen gün yayıldığını ve bu genel bakış açısı yüzünden birçok insanı aynı kefeye koyduklarını görüyorum.

                  “Siyasal İslamcı” kavramı mesela.

                   Siyasetle uğraşan dindar insanların hepsine bu isim takılıyor şimdi.

                  “İşte Siyasal İslamcı böyle yolsuzluk yapar, böyle kibirlidir, böyle yalan söyler.”

               Oysa “Siyasal İslamcı” kavramı bu topraklara yabancıdır ve dış kaynaklı terimdir.

                      Ayrıca Milli Görüş hareketinin İslamcılıkla hiçbir alakası yoktur. Milli Görüş hareketinden doğan AK Parti, Saadet, Deva, Gelecek, Yeniden Refah hareketinin de öyle…

                      Ancak siyasetle ilgilenen dindar, muhafazakar insanların hepsi aynı kavramlar anılıyor nedense.

                      Sadece siyasetçiler mi? Hayır. Politize olmuş ya da olmamış iş adamları, tarikatlar, vakıflar, yazarlar, aydınlar da benzer bir mahkumiyetin kurbanı oluyorlar.

                       22 yıllık AK Parti iktidarında politize olmuş her hareketin, her bireyin, her cemaatin bu etiketin üzerine yapıştığını görmesi gerekiyor.

                       Bu onların hatası. Zira SİVİL TOPLUM HAREKETİ OLAN BİR CEMAATİN, TARİKATIN, VAKFIN, BAĞIMSIZ KALMASI GEREKEN AYDINLARIN, YAZARLARIN, ENTELLEKTÜELLERİN, GAZETECİLERİN POLİTİK OLARAK ANGAJMANA GİRMEMESİ, BİR PARTİ İÇİN OY TOLAMAMASI, DEVLETLE İÇLİ DIŞLI OLMAMASI GEREKİRDİ.

                      Devlet sustuğunda onlar da susuyor, devlet konuştuğunda onlar da aynı dili kullanıyor, politik duruşunu değiştirdiğinde onlar da değiştirmek zorunda hissediyor kendini.

                      Oysa SİVİL TOPLUMUN SİYASETİ;  DEVLETİ AHLAKİ, İLKESEL ZEMİNDE  DURMAYA ZORLAMASI, İNSANI ÖNCELEMESİ İÇİN BASKI ALTINA ALMASI, DÖNÜŞTÜRMESİ GEREKİR.
                     BURADA TERSİ OLDU, DEVLET SİVİL TOPLUMU KENDİNE BENZETTİ ve “KAMULAŞTIRDI.”

                                          Bütün Camianın İrtifa Kaybı

                     Bu camia tek parti döneminde, askeri darbelerde, ideolojik baskılarda var olmak için büyük bedeller ödemiş, mücadele etmiş, yoklukta hayatta kalmak için büyük emekler harcamış bir camiadır.

                     Dindar bir kitleden bahsediyoruz ve bunların hiyerarşik olmayan homojenliğinden. Ortak dertleri, acıları ve ortak hayalleri onları kategorik olmayan homojen bir yapıya dönüştürmüştü.

                    Hepsi başörtüsü yasağının kalkması için, dini hayata getirilen kısıtlamaların bitmesi için, Ayasofya’nın açılması, Kudüs’ün kurtulması, Müslüman dünyasının birleşmesi için ortak hayallere ve hedeflere sahipti. Bu, düşünce ve fikir yoluyla etkileşime giren, şekilsel olmasa da duygusal olarak birbirini “biz” kavramı içinde buluşturan bir homojenlikti.

                     NE ZAMAN Kİ SİYASALLAŞMAYA BAŞLADI, NE ZAMAN Kİ POLİTİK ANGAJMANLAR OLUŞTU, NE ZAMAN Kİ DEVLET BU YAPILARA NÜFUZ ETTİ, AYRIŞMA ve “ÖTEKİLEŞTİRMELER” O ZAMAN BAŞLADI.

                    Suriye savaşından sonra İran etkisiyle mezhep çatışması, ABD etkisiyle “Ilımlı İslam”, “Radikal İslam” ayrışmaları, siyasi partiler etkisiyle de politik ayrışmalar homojenliği bozdu.

                    Ahlaklı insan yetiştiren mekanizmalar böyle bozulmaya başladı. Topluma faydalı, ahlaklı, liyakatli insan yetiştirme misyonu, kendi dar yapıları için kadrolaşma hatasına dönüştü. O zaman yapılar arasındaki dayanışma rekabete, bir süre sonra da adam eksiltme yanlışına evrildi.

                                             Güç ile İmtihanı Kaybetmek

                 TÜM YAPILARIN, BİREYLERİN, SOSYAL ORGANİZASYONLARIN, SİYASİ PARTİLERİN VE İDEALİST AYDINLARIN KAYBETTİĞİ ORTAK BİR İMTİHAN VAR: GÜÇ.

                   İNSANOĞLUNUN EN ZOR İMTİHANI BU CAMİANIN  DA KARŞILAŞTIĞI BİR SINAV OLDU VE KAYBETTİ.

                   Sanmayın ki bu iktidarların neden olduğu, devletin imkanlarıyla ortaya çıkan bir durumdur.

                    “Bir tarikat şeyhi öldüğünde posta oturmak için yaşanan kavgalara, vakıfların başkan değişimlerine, derneklerin güç devşirme yarışlarına, bürokratların pozisyon kapma hamlelerine, zengin olma hayali kurnalara, bir akademisyenin, aydının etkili olma/popüler olma reflekslerine, siyasilerin iktidara gelme mücadelesine bakın…”

                    “Tümünün güç ile imtihanda nasıl da ahlaki değerlerden, ideallerden, prensiplerinden bir anda ve kolayca vazgeçtiklerini görebilirisiniz.”

                     Bu sorun sadece dini camia için değil, insanın olduğu her yerde geçerlidir.

                    “Ancak dini camia kişisel çıkarları, dünyaya ait hırsları, ahlaki yozlaşmayı reddeden, ideal insan, ideal toplum modeli öneren bir öğretiyi savunduğu için, onun güç karşısındaki savrulması daha çok dikkat çeker, insanları irite eder. Haklı bir eleştiridir bu aynı zamanda.”

                    “Ya bu denli yüksek idealleri, ahlaki değerleri savunmayacaksınız, bayraklaştırmayacaksınız ya da onun gereğini bedeli ne olursa olsun yapacaksınız.”

                     Fakat siyasette bu mümkün değil. O zaman idealist hedefleri olan yapılar politik angajmanlara asla girmeyecek.

                                          Topyekun Özeleştiri İhtiyacı

                    Tüm bunlardan dolayıdır ki yerel seçimlerden sonra başlayan ve AK Parti’yi odağa alan özeleştiri, hesap sorma söylemlerini yetersiz ve dar kapsamlı buluyorum.

                    Zira AK Parti’yi bu camia doğurdu, büyüttü ve iktidar yaptı. AK Parti’de; onlarca yıldır bu camianın büyük emeklerle ve bedeller ödeyerek biriktirdiği mirası kullandı.

                   Bir süre sonra AK PARTİ CAMİANIN SAHİBİ GİBİ DAVRANMAYA, CAMİANIN BİR KISMI DA ONUN TEŞKİLAT ÜYESİ GİBİ HAREKET ETME YANLIŞINA DÜŞTÜ.

                    Bu hiyerarşik ilişki belki de yaşanan erozyonun en ciddi tahribatıydı.

                    Bozulma varsa, yozlaşma varsa sadece AK Parti’de değil, tüm camiada olduğunu görmek zorundayız.

             “Dava” denen soyut kavramı yeniden tartışmak ve tanımlamak zorunda bu camia.

                   “DAVA” MİSYONU POLİTİK BİR KAVGA DEĞİLDİR, BİR PARTİYLE, SİYASİ HAREKETLE, LİDERLE EŞİTLENEMEZ.

                      “Davanın ahlaklı, erdemli ve idealist insan yetiştirme/toplum inşa etme hareketi olduğunu söylüyorsanız bunu yeniden hatırlamak zorundayız.”

                                  Büyük Hayallerden Küçük Hesaplara Dönüş

                       Bu camianın büyük hayalleri vardı. Büyük Türkiye hayali, İslam dünyasını birleştirme hayali, sarsılan Batı medeniyetine alternatif olma hayali, tüm insanlığın huzuru için söyleyecek sözleri vardı.

                 Rasyonel ya da değil, reelpolitik karşılığı olsun ya da olmasın bir ütopyası vardı.

                       Tüm bu büyük hayallerin yarattığı bir enerji, bir devinim vardı insanlarda. O hayali gerçekleştirmese bile o yolda olmanın verdiği bir huzur ve disiplin hakimdi.

                Tüm bunların dünyevi küçük hesaplar karşısında nasıl eridiğini görmesi gerekir.

                        ASIL MİSYONU NEDİR BU CAMİANIN? DEVLETTE KADROLAŞMAK MI, ZENGİN OLMAK MI, SAYI OLARAK ARTMAK MI?

                        Sanırım herkes “ASIL OLAN İNSANDIR”  sloganını hatırlıyordur.

                       “Ancak adil insan, ahlaklı birey yetiştirdiğinizde ideal bir topluma ve devlete sahip olabilirsiniz. Yoksa bireyi yok saydığınızda, ne kadar çaba sarf ederseniz edin, ne kadar kural koyarsanız koyun, kurumsal olarak devleti adil ve ahlaklı yapamazsınız.”

                      “Din anlayışından, İslam’ı anlama, yaşama ve anlatma biçimine, kurumsallaşma şeklinden, “biz ve öteki” tanımlamasından, bir arada yaşama ve dünyaya entegre olma konularından başlayarak kuvvetli bir ÖZELEŞTİRİ başlatmak zorunda bu camia.”

                   AK Parti’yi, Erdoğan’ı özeleştiriye zorlamak, değişim beklemek işin kolay kısmı.

                       Oysaki AK Parti bir sonuç, sebep değil.

                       ASIL CAMİANIN KENDİNİ SORGULAMASI GEREKİYOR. Camia dediğim şey de benden, sizden yani bireylerden oluşuyor.

                        O zaman aynaya bakıp kendi özeleştirimizi verelim önce.

                        Not: Eski Anadolu Ajansı Genel müdürü, eski AK Parti Sakarya milletvekili adayı ve Habertürk yazarı Kemal Öztürk’e ait bir makale olup, kahir ekseriyetine katılıyorum.