Şehrimizin yarım asrı aşkın gelişim, değişim ve dönüşümünü bilen, yaşayan ve zaman zaman da bu doğrultuda görev alan biri olarak son zamanlarda özellikle sosyal medya ağırlıklı bilinçli bilinçsiz ancak acımasız ve zaman zaman da yersiz tenkitlere rastlıyorum…
Tahrik edecek cinsten olunca tepkiler, ne kadar bulaşmak istemese de ucundan kıyısından giriveriyor işin içerisine insan…
Adapazarı ilk büyük depremi 1943 yılında yaşadı…
Daha sonra yaklaşık 30 yıllık aralıklarla iki büyük deprem daha geçirdi: 1967, 1999…
İlki hariç diğerlerini bizzat yaşadım…
Özellikle asrın afeti denilen son felakette bu şehrin kendine gelmesinin çok zor olacağı söylendi…
Kimi 20 yıl dedi, bazıları ise 30…
Hepsini yanıltacak bir çalışma süreci sonrasında şehir kısa sürede eskisinden daha yaşanılır ve bayındır hale getirildi…
Geçmişi bilmeden geleceğe yön vermek kolay değildir…
Şehrin en büyük ihtiyacı bu depremle ortaya çıktı; yeşil alanlar ve parklar…
Bu şehirde tek dinlenilecek yer Atatürk Parkı ve tarihi Çark Mesire idi bir zamanlar…
Daha sonra göreve gelen belediyeler bu eksikliği fark edip halkın nefes alacağı, oturup dinleneceği park ve bahçelere yatırıma ağırlık verdi…
Zirai Donatım Fabrikası arsalarını halka kazandırmak adına verilen mücadelenin içinde yer alan bir kişi olarak her geçişimde hatırlarım emeği geçenleri…
Orayı yapılaşmaktan ve rezidanslara açılmaktan kurtarmanın hikâyesi derindir ve hala belleğimdedir…
Bugün oradaki tabloyu görünce ne kadar isabetli bir yatırıma imza attığımızı düşünürüm hala…
Dışardan şehrimize gelenlerin övgüyle bahsettikleri Ormanpark bir yeşil cennet olarak bağrını açtı herkese…
Sakarya Nehri’ni köprüden HES’e kadar adeta bir mini göl haline getiren yapılaşmayı daha bir anlamlı kılan park düzenlemesi şehre farklı bir ivme kazandırmaya devam ediyor…
Bunun yanında her semte çocukların eğitimine yönelik irili ufaklı çocuk parkları Atatürk Parkı’nın yalnızlığını gideren yatırımlar olarak her gece dolup taşıyor adeta…
Bunlar yeterli mi?
Bir milyona yaklaşan nüfusu barındıran bir şehir için evet demek mümkün değil tabi ki…
Peki, bu halk nerede ikamet edecek?
İl olarak her tarafı tarıma elverişli topraklar üzerinde yaşıyoruz…
Dağı taşı, ormanı merası, hep bereket fışkıran bir ilin adıdır Sakarya…
Yerleşim de buralarda yapılıyor haliyle…
Betonlaşma adına yapılan tenkitlerin tümüne katılmak doğru mu!
Şehir merkezi, göç alan bir ilde halkı barındıracak yeni yerleşim alanlarına müsait değil…
Deprem kuşağı üzerine oturtulmuş bir ilde dikey yapılaşma yerine yatay mimariye gidilmesinden ve dışa açılmaktan gayrı takip edilecek başka bir yol ve yöntem var da biz mi bilmiyoruz!
Adapazarı özellikle batı ve kuzey yönüne doğru süratle genişleyen bir il…
Verimli topraklar yerine çorak arsaların yapılaşmaya açılması esastır biliriz de konum olarak bölgemizin her köşesi böyle verimli topraklardan oluşuyor…
Bir kısmının yerleşime açılması kaçınılmaz hale geliyor…
Bu konudaki tenkitlerde insaflı hareket etmek ve ölçüyü kaçırmamak gerekmez mi!
Göç alan bir şehir olmanın yanında artan nüfusu barındıracak geniş topraklara sahip bir ilde yaşamanın da bir bedeli olmalı…
Olaya bu açıdan bakıldığında sosyal medyada acımasızca yapılan saldırıların maksatlı ve önyargılı olduğunu söylemeden geçemeyiz…
Öyle ya da böyle bütün belediye başkanlarının kantara çıkacağı gün yakın…
İlin her köşesinde hareket var…
Yani belediye başkanları eksik, bozuk, yarım ne varsa hayatı kolaylaştıracak, süratle gidermek zorundadırlar…
Başkent’ten gelen sinyaller zorlu geçecek bir seçim sürecini işaret ediyor…
Bütün başkanlar diken üstünde…
Yoğun bir tempo ile eksiği noksanı gidererek finale koşuyorlar…
Bakalım ipi kim göğüsleyecek…
Yapılaşma ve yeşil alanlar başkanların kaderini tayinde önemli rol oynayacak gibi görünüyor…
Biz her şeyi atıp bir kenara, sürecin iyi değerlendirilmesi adına yola koyulan başkanlara kolaylıklar dileğiyle “karanfiller” gönderelim istedik…