Nüfus artış hızımızın hızlı bir şekilde düşmesi, yaşlı nüfusun artıp, genç nüfusun azalması ve aile yapımızın büyük bir çözülme ve yıkılma ile karşı karşıya kalması, ülkemizin geleceği açısından asıl ve esas beka meselemizdir, olmalıdır.
Konu ile ilgili olarak duygu, düşünce ve hislerimize tercüman olan, yazacaklarımızı yazmış olan arkadaşımız Ferman Karaçam, “Asıl Milli Güvenlik Meselemiz: Aile” başlığı altındaki makalesini,, sadece başlığını değiştirerek siz değerli okuma meraklılarına arzediyoruz.
“Bazı siyasi partililer, kendisine muhalif olan diğer siyasi partileri “Milli Güvenlik Sorunu” olarak görüyorlar.
Bazı şahıslar, kurumlar da zaman zaman bu terimi kullanıyorlar.
Gelişigüzel yapılan bu şekilde kullanımlar Türkiye’nin asıl sorununu gölgeliyor.
Adına ister milli güvenlik sorunu ister başka bir sorun diyelim, eğer ilgili, yetkili kişi ve makamlar bu konuya hala kulak tıkamaya devam ederlerse Türkiye ileride çok ciddi bir “çözülmüş aileler ve yaşlı nüfus” problemi ile karşılaşılacaktır.
Eğer milli güvenlik dediğimiz şey milletin maddi ve manevi değerlerini, vatan topraklarını, deniz kıta sahanlıklarını, milli kurumlarını, tüm iç ve dış çıkarlarını, milletin topyekûn milli varlıklarını ifade eden bir kavram ise, millet ve o milleti millet yapan en küçük birimi ve en korunaklı kalesi olan aile kurumunu adım adım yok ediyoruz.
Aileler sağlam olmazsa millet de sağlam olmaz.
Aile kurumu çözülüyor.
Aile kurumu gözlerimizin önünde eriyor.
Bizi millet yapan en sağlam kalemiz yıkılıyor.
Önceki sene müftülere yaptığı bir konuşmada bu konuya vurgu yapan Başkan Erdoğan şöyle demişti:
“…Gençlerimizin irşadı, bilgilendirilmesi konusunda da en büyük sorumluluk yine sizlere düşüyor. Hademe-i hayrat olmak şüphesiz her babayiğidin harcı değildir. Günümüzde bunun zorluklarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Materyalizmin tüm insanlığı esir aldığı modern çağda, ilim erbabının sorumluluğu da artmaktadır. Dünyanın içinde bulunduğu zor süreç, İslam'ın hayat veren ilkelerini ortaya koyuyor. İnsanlık onca imkana rağmen manevi bakımdan giderek daha fazla irtifa kaybediyor. Materyalist ideolojiler, sosyal açılardan felakete sürüklüyor. Bunun işaretlerine pek çok alanda şahit oluyoruz. Kimi Batılı ülkeler uyuşturucu kullanımının, kadına şiddetin en çok görüldüğü yerlerdir. Kadına yönelik şiddet ile çocuklara yönelik suçlar bu ülkelerin sicilinin belki de en kötü olduğu konulardır.” (…) “Aile kurumuyla alakalı özellikle 140 bini aşan siz değerli hocalarıma büyük görev düşüyor. Sadece cami değil, özellikle minberden sürekli olarak her cuma bunu işlemeniz öyle zannediyorum ki bizler için vazgeçilmez bir görevdir. Milyonlar sizi sürekli dinlemekte ve sizden onlara yapılan çağrı özellikle aile kurumumuzu güçlendirmenin en önemli nasihat mekanizması olacaktır. Güçlü aile, güçlü millet demektir. Güçlü aileleri kurduğumuz anda milletimiz güçlenecektir.”
Erdoğan’ın bu konuşması elbette çok önemli. Ne var ki, aile kurumu sadece yıkıcı ve bölücü akımların, sapıklık, ahlaksızlık ve çarpık ilişkilerin değil; aile kurumu aynı zamanda “anne” kavram ve kutsallığının da “çalışan kadın” modeline evrildiği bir yıkımın tesiri altındadır.
Çalışan kadınların bir taraftan az çocuk yaptıkları, bir taraftan da onlara az vakit ayırdıkları için bu kurum çok yönlü bir çözülme yaşıyor.
TÜİK’in 2023 yılı yayımladığı son verilere baktığımız zaman bu söylediklerimizi daha iyi anlayabiliriz.
Zira, yıllar içerisinde bir yandan nüfus artış hızımız düşüyor, bir yandan doğurganlık oranı azalıyor, diğer taraftan da boşanmalar artıyor.
Bunların sonucu olarak hem aileler çözülüyor hem de yaşlanmamız artıyor.
2023 yılı verilerine göre nüfus artış hızımız binde 1.1’e kadar düştü.
TÜİK verilerine göre 2000 yılını temel olarak ele alırsak, beşer yıllık ara ile birlikte son yıllara bakarsak, geçen yıl nüfus hızımız tarihi düşüşünü yaşadı.
2000 yılında 18.3 olan nüfus artış hızımız;
2005 yılında 12.5, 2010 yılında 16.0, 2015 yılında 13.5, 2020 yılında 5.5, 2021 yılında 12,7, 2022 yılında 7.1, 2023 yılında 1.1.
Görüldüğü gibi nüfusumuz çok keskin bir biçimde düşüyor ve bu dönemde çocuk yaş grubu olarak bilinen 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı yüzde 26,4’ten yüzde 21,4’e gerilerken; 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise yüzde 7,1’den yüzde 10,2’ye yükseliyor.
Yani çocuklarımız azalırken, yaşlılarımız artıyor. Kısacası Avrupa ülkeleri gibi yaşlanıyoruz.
Eğer bu trend devam ederse, ilgili ve yetkililer bu gidişi durduracak önlem almazlarsa biz de Batılı ülkeler gibi önemli bir kısmı uyuşturucu müptelası ve yıkıcı akımların tutkunu olmuş bir gençlik, dağılmış aileler, mutsuz çocuklar ve sürekli övündüğümüz genç, dinamik nüfus yerine yaşlı bir nüfusa sahip olacağız.
Diğer taraftan bazı ırkçı, bölücü şahıs ve küçük partilerin sürekli dile getirdiğinin aksine Türkiye’de ikamet eden yabancı nüfus da bir önceki yıla göre 253 bin 293 kişi azalarak, 2023 yılında 1 milyon 570 bin 543 kişi oldu.
Bu ve bundan önceki verilerde belki de en dikkat çekici olanlardan biri şudur: Geçen yıllarda yüzde 34’lere kadar çıkan kadın çalışma oranımıza paralel olarak aileler çözülüyor, mutsuz çocuklar ve yaşlanma oranımız artıyor.
Daha önce de söylediğimiz gibi burada yeniden dile getirmiş olalım: Evet, Türkiye, ev kadınlarının emekliliği konusunda çok önemli adımlar attı ve atıyor.
Ancak bu yeterli değildir. Ev işlerinin tamamı; çamaşır, bulaşık, toz alma, çocuk bakımı, emzirme, yemek yapımı ve servis edilmesi, ütü işleri, çocuklara şefkat ve merhamet aşılanması, hayvan bakımı, bağ ve bahçelerde çalışma vb. işlerin tamamı ülkenin ekonomik gelişimine katkı olarak kabul edilerek EV KADINLARI SİGORTA KAPSAMINA ALINARAK, ASGARİ ÜCRET ÖDENMELİDİR.
Bunlar yapılmadan nüfus artış hızını yükseltemezsiniz, yaşlanmayı ve ailelerin dağılmasını önleyemezsiniz, mutlu aileler olmadan mutlu bir millet olmaz vesselam.”
Evet. Uzun yıllardan beri söyleyip yazdığım bir tespitim var. Bana eşin çalışıyor mu sorduklarında hep ‘evet’ dedim, denmelidir. Hemen arkasından, ‘nerde çalışıyor’ sorusu geliyor ve cevabım şu oluyor: Evde çalışıyor. Tabi biraz gülümseme ile karşılanıyor ve çok ciddiye alınmıyor. Evde çalışan hanımları, nasıl olur da ‘çalışmıyor’ kapsamına alabiliyoruz. Aşçı, temizlikçi, çocuk bakıcısı, çocuk eğitimcisi, terzi, bulaşıkçı, çamaşırcı, hatta tamirci gibi bir yığın mesleği icra edene ve her gün bir dünya iş yapana, çalışmıyor nasıl denebilir?
Çalışıyor ve en büyük işi yapıyor. 50 Bin lira maaş versek yine azdır ama hiç olmazsa sigortalanıp, asgari ücret maaş ödenmelidir. Tabi ki çocuklu hanımlara ve çocuk sayısı arttıkça, ödenti de artmalı, ilave teşvikler verilmelidir.
Hiç şüphesiz bununla da yetinilmemeli, aileyi dejenere eden, yozlaştıran, bozan bütün etkenlerle de amansızca mücadele edilmeli, bu etkenler ortadan kaldırılmalıdır.