Bir 28 Şubat’ ı daha bugün geride bırakıyoruz. Bundan 21 yıl önce, 28 Şubat 1997 de; Türkiye’nin bağrından, ana damarından, tarih, kültür ve medeniyetinden çıkmış bir insan, “yerli, milli ve İslami” bir lider ve O’nu takip eden, aynı özelliklere havi milyonlarca bu toprağın insanı; dişi ve tırnağıyla kazıyarak, meri hukuk içerisinde seçilerek iktidara gelmiş bir hükümet, akla hayale gelmedik Bizans oyunları, hukuksuzluk, zorbalık, entrika, alavere, dalavere, fitne, fesat ve hile ile vazifeden men edilmişti.
Küresel zorbalar ve ziyonist dünya egemenlerinin isteği istikametinde!
RAHMETLİ HOCAMIZIN ENGİN BASİRETİ, ÜSTÜN DEVLET ADAMLIĞI, VATANINA VE MİLLETİNE OLAN MERHAMETİ SAYESİNDE KAN DÖKÜLMEMİŞ, DARBE, KARDEŞ KAVGASINA DÖNMEMİŞTİR.
NE YAZIK VE ACIDIR Kİ, MİLLET OLARAK RAHMETLİ ERBAKAN’IN DEĞERİ BİLİNEMEMİŞ, ŞİMDİ ANLAŞILMIŞ, AMA FIRSAT KAÇMIŞTIR.
Darbe de emperyal zalimlerin talebi anlaşılır bir durumdu!
Zira, tarih boyu böyle idiler ve bu zihniyetlerinden hiç vazgeçmemişlerdi. Anlaşılması, algılanması, akıl ve vicdan ile izah edilmesi zor olan; bunu içimizdeki işbirlikçi ya da bizden olan “gafil” çevrelerle yapmış olmaları idi!
“Peygamber ocağı” Ordumuzun üst düzey komuta kademesinin bir kısmının buna alet edilmesi ise, eşyanın tabiatına en aykırı, en acı tarafıydı.
Bugün, hukuksuzluktan, partizanlıktan ve ezilmişlikten, haklı ve haksız bahseden birçok gazeteci, yazar, parti, oda, dernek, vakıf ve sendikacı, o dönemde bu darbeye destek vermiş, alkış tutmuş veya en azından sessiz kalmıştı.
Anadolu insanı birçok darbe görmüştü. Ama böylesini ilk defa görüyordu.
12 Eylül 1980 darbesinin, bütün haksızlık ve hukuksuzluklarına rağmen, anlaşılır bir tarafı vardı. Bu darbenin hazır veya hazırlanmış bir altyapısı mevcuttu.
Sokaklar kan gölüne dönmüş, kardeşi kardeşe kırdırmış, binlerce genç öldürülmüş, ülke asayişi yok edilmiş, kurumlar ve meclis işlemez hale gelmiş, ülke insanı birbirine düşman edilmişti.
Millet “bu kan dursun da ne olursa olsun” noktasına gelmiş, darbeyi desteklemişti.
Hepimiz aynı kanaatte ve beklenti de idik. Akan kanın durması tek hedefimizdi.
Ama, 28 Şubat’ın hiçbir gerekçesi, altyapısı, hazır ya da hazırlanmış bir zemini yoktu.
Suni gayretlerle, toplum mühendisliği ile, zorlama, entrika, dalavere, algı, iftira, karalama, çamur atma oyunları, hazırlanmış ve pilanlanmış film ve senaryolarla,“irtica” öcü ve paranoyası ile zoraki bir gerekçe, bir yapay altyapı oluşturularak, “F. Şahinler,” “Kalkancılar,” “Aczimendiler” icat edilerek, binbir senaryolar yazılıp, oyuncular bulunup oynatılarak, darbeye zemin oluşturulmuş, anayasa, yasa, hukuk ve vicdan yerle yeksan edilerek bir hükümet alaşağı edilmiş, partisi kapatılmış, böldürülmüş, yalan ve iftiralarla yargılanmıştı. BU DARBE, KELİMENİN TAM ANLAMIYLA BİR “AKIL TUTULMASI,” bu ülke ve millete verilen en büyük zarar idi.
O dönem de, bir “İnsan Hakları Derneğinin” başında “hizmetkar/ hamal” olarak bulunduğum için, postmodern darbeyi adım adım izlemiş, kendi halkına ve çocuklarına yapılan “hak kısıtlamaları ve zulme” her aşamasında karşı çıkmış, hukuksuzluklara karşı, gücümüzü fersah fersah aşarak direnmiştik. Ne yazık ki, bugün darbelere karşı kahraman kesilenlerin ve de iktidar nimetlerinden alabildiğine yararlananların kahir ekseriyetini yanımızda göremediğimiz gibi, önümüzde engel ve ayak bağı görmüş, bir kısmı masa altlarına saklanmış, bir kısmı ise, çok küçük makamlarını korumak için, darbecilerden daha zorba uygulamaların maşası halinde idi. Neden böyle yapıyorsunuz sorumuza ise; “ne yapalım, emir böyle” diyorlardı!
Darbe yıllarında, bulunduğumuz İl’i ziyaret edecek AB temsilcilerinin, pıroğramlarında bizim derneği de ( bu derneğin daha sonraki menfi çizgisi ve terörist çevrelere olan duyarsızlığı nedeniyle hiçbir ilgim kalmamıştır) gören zamanın Hariciye Bakanı, İl’in Valiliğine faks çekmiş ve temsilcilerin, bizim derneği ziyaret etmemelerini, bunun yerine, anneler, çocuk yuvası ve benzeri dernekleri önerdiğini, bizim derneği ziyaretleri halinde doğacak sonuçlardan sorumlu olmadıklarını da, bir tehdit olarak ekleyerek engellemiş, pıroğramlarında olan ve bizim gibi engel görülmeyen İHD de kendileriyle buluşmak ve görüşmek zorunda kalmış, görüşmede de, çifte sıtandartlı Türkiye ziyaret ve alakalarını, Müslümanların hakları ile değil de, terörist ve katillerin hakları ile ilgilenmeleri garabetini yüzlerine karşı söylemiştik.
Hiç şüphesiz o yıllar geride kaldı ve aradan 21 yıl geçti. Bütün mesele, her yıl bu ve benzeri darbeleri anmak, yuhalamak ve intikam almak olmamalıdır.
BAŞTA HÜKÜMET EDENLERİN, herkesin ve hepimizin vazifesi; darbeyi, hukuksuzluğu, adaletsizliği, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, kutuplaştırmayı, germeyi ve gerginleştirmeyi ortadan kaldıracak, birlik ve kardeşliği sağlayacak, yeni paranoya ve öcülerle, suçsuz insanların mağdur ve 28 Şubat hukuksuzlarının tekrar edilmemesi, bütün bir milletin temsil edildiği bir meclis ve idare ile herkesin mutlu olduğu, TAM BAĞIMSIZ VE ADİL BİR YARGININ TESİSİ, “TEK VATAN,TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK BAYRAK VE TEK RESMİ DİL” esasına dayanan, uniter yapıyı koruyan bir “ADALET CUMHURİYETİNİN” tesis edilmesidir. HANGİ DARBE OLURSA OLSUN, KİM TARAFINDAN YAPILIRSA YAPILSIN, HEPSİNİ ŞİDDETLE VE NEFRETLE KINAYARAK.
Emperyalist ve ziyonist çevreler, her zaman ve her devirde her kesimden işbirlikçi ya da iktidar karşılığında içerden ortak bulabilmişlerdir. Bütün mesele bunlara alet olmamak, “MİLLİ DURUŞ VE ÇÖZÜM” üretmektir. Bu milli duruşu rahmetli Erbakan yapmaya çalışmış, ama, kendi halkının rütbelisi, hakimi, yazarı, gazetecisi, işadamı, oda, dernek, vakıf, parti ve sendikaları tarafından kalleşçe arkadan vurulmuştur. Yine çok acıdır ki, doğru dürüst bir 28 Şubat yargılaması da yapılmamıştır. Cezaevlerinde hala mağdurlar ömür tüketmektedir.
Bugünlerin sebebini, müspet ya da menfi o günler de, 28 Şubat 1997 de aramalı, bu günün, o günlerin ürünü ve sonucu olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.