Bazen bir fotoğraf karesi ya da kısacık bir video görüntüsü, kelimelerle tasviri mümkün olmayan dramatik olayları, tüm çıplaklığıyla ortaya koyabilir.
Öyle ki; muhataplarının düşünce dünyasında, ciltler dolusu kitabın bırakamayacağı etkiyi bırakan bu tür görseller, tarihin vicdanına bir mıh gibi çakılarak, insanlığın kadim hafızasında silinmez bir yer edinirler.
Yıllarca sürmüş kanlı bir savaşın ızdırabı, tek bir siyah beyaz fotoğraf karesiyle pekâlâ anlaşılabilirken; tarihin seyrini değiştirmiş enstantaneler, on saniyelik kısa bir kamera kaydıyla rahatlıkla zihinlere kazınabilir.
Adeta bir sembol haline dönüşen bu görüntüler, bazen hakikatin de önüne geçebilir.
Tıpkı, geçen hafta haber ajanslarına düşen, Afganistan Kabil Havalimanı’ nda çekilen tarihi/ibretlik görüntülerde olduğu gibi…
15 yıllık işgal döneminin acı bir özeti/sembolü olan bu görüntülerde, Taliban militanlarından kaçan yüzlerce Afgan’ ın , Amerika Birleşik Devletleri’ ne ait askeri bir kargo uçağına binebilmek için birbirleriyle yarıştıkları görülüyor.
Apron, mahşer yeri gibi kalabalık...
Uçağın merdivenleri tıka basa insan dolu…
Havalimanı görevlileri çaresiz, olup biteni izliyor…
Kalabalığın ekseriyeti genç erkek…
Yanlarında ne kişisel eşyaları var, ne de aileleri…
Yüreklere adeta ölüm korkusu sinmiş,
Sanki sudaki son çırpınışlar…
Pistteki bu insan selinin ortasında kalan ABD uçağıysa, isimleri Beyaz Saray tarafından belirlenmiş işbirlikçi (?) Afganlıları da alarak, uçuş için harekete geçme telaşında...
İşte tam bu sırada, uçağa binemeyen Afgan gençlerden bazıları, sanki efendisinin atının ayaklarına yapışan aciz köle misali, hareket halindeki devasa uçağın iniş takımlarına, can havliyle tutunarak, göz göre göre ölüme davetiye çıkarıyor.
Nitekim; uçak havalandıktan kısa bir süre sonra iniş takımlarına tutunan üç Afgan, daha fazla dayanamayıp, metrelerce yükseklikten yere çakılarak, hayatını acı bir şekilde kaybediyor.
Bu trajik tablo, sadece Afganistan’ ın değil, tüm İslam Coğrafyası’ nın hal-i pür melâlini açıkça gözler önüne sermektedir.
Uçaktan düşen o üç Afgan gencin nezdinde; irtifa kaybederek, yüz üstü yere çakılan İslam Ümmeti’ nin ta kendisidir.
Acı olansa, müslümanların bir uçağın tekerlek bölümüne tutunarak seyahat edilemeyeceğini bilemeyecek kadar cahil; işgalci güçlere sığınabilecek kadar zillet içinde olmasıdır.
Yazık, gerçekten çok yazık…
Tarihin hiçbir döneminde, müslümanın izzeti ve onuru bu kadar ayaklar altına alınmamıştır.
Mü’minin kanı sudan ucuz, hayatı yok hükmündedir.
Namusundaysa namahremin eli, pervasızca kol gezmektedir.
İslam ümmetinin sadece toprakları değil, zihinleri de işgal edilmiştir.
M. Akif’ in deyimiyle, tek dişi kalmış canavar kollarını açmış, müslümanları hevesle yutmayı beklemektedir.
***
Geri kalmışlık, cahillik, ilkellik, şiddet, akıl dışılık, hurafecilik, batıl inançlar, kısır çekişmeler kısacası insanoğlunu medeniyet yarışında geri bırakan tüm kötülükler, müslümanlar tarafından baş tacı edildiği müddetçe, bu acı mukadderat değişmeyecektir.
Hala İslam mezhepleri arasında kanlı savaşlar oluyorsa, birbirlerini tekfir eden dini akımlar mürted ilan ettikleri din kardeşlerini acımasızca katlediyorsa, kadınlara yaşam hakkı tanınmıyorsa, hurafe düşünceler aklın ve sahih imanın önüne geçiyorsa, kelle koparmayı cihad zanneden gençler akın akın ne olduğu belirsiz örgütlere akın ediyorsa, emperyalist güçler İslam Coğrafyası’ nda rahatlıkla cirit atabiliyorsa bu durumun tek nedeni müslümanların içinde bulundukları kötü ahvaldir.
Kabahati başka yerde aramak beyhude bir çabadır.
Yüce Allah, haksız yere hiçbir ümmeti zillete mahkum etmez.
Mısırlı müfessir Şeyh Şaravi’ nin de dediği gibi:
“ Biz müslümanız, ancak Allah’ın dediği anlamda mü’min değiliz. Çünkü günümüz müslümanları; namaz, oruç, zekât, hac gibi birçok ibadeti yerine getirmekte, buna rağmen bilimsel, ekonomik, sosyal, siyasal ve askerî anlamda bir zaaf içindeler.
Bunun sebebi, müslümanlar henüz Allah’ ın istediği mü’minlik seviyesine yükselmemiştir. Eğer günümüz müslümanları, gerçekten mü’ min olmuş olsalardı, Yüce Allah’ ın “Mü’minlere yardım etmek bize haktır” (Rum:47) vaadine mazhar olurdu.
Müslümanlar, hakkıyla mü’min olsalardı, “Üzülmeyin, gevşemeyin, eğer mü’minseniz en üstün sizlersiniz” (Âl-i İmran:139) ayeti gereğince bütün toplumlardan daha üstün bir seviyeye ulaşacaklardı.
Eğer, müslümanlar gerçek anlamda mü’min olsalardı, “Allah mü’minleri, içinde bulunduğu halde bırakacak değildir” (Âl-i İmran:179) ayeti gereği onları bulundukları bu zillet halinde bırakmayacaktı.
Müslümanlar, gerçekten mü’min olsalardı; “Muhakkak Allah, mü’minlerle beraberdir” (Enfal:19) ayeti gereğince Yüce Allah, her durumda onlarla beraber olurdu. İşte günümüz Müslümanları, gerçek mü’min derecesine ulaşmadıkları için bu durumdalar.”
Aklı başında, izan sahibi bir müslümanın, Şeyh Şaravi’ nin bu düşüncelerine katılmaması mümkün müdür acaba?
Hakikat ayan beyan ortada; kendisine bakacak hikmet ehli gözleri beklemektedir.
***
Son Söz İlahi Metnin:
“ Şüphe yok ki Allah, bir topluluğa ihsan ettiği nimeti, onlar kendi huylarını değiştirmedikçe değiştirmez ve şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar ve bilir.”(Enfal:53)