Bir düşünme sistemini kabul veya red derken muhakkak bu fikrin geçmişinin ve ürettiği düşünme sistemlerinin gelişimini iyi araştırıp bilmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde bu fikirlerin birileri tarafından kullanılarak bütün kültürümüzün ve inanç sistemimizin değiştirmelerinde temel taşı olarak kullanılacağını bilmemiz gerekmektedir. Gelelim asıl konumuza .
Varoluşçuluk veya egzistansiyalizm, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda kendi içlerindeki derin öğreti farklılıklarına karşın felsefi düşüncenin salt düşünen özne ile değil eyleyen, duyan, yaşayan bir birey olarak insan öznesi ile başladığı inancını paylaşan belli başlı Avrupalı filozofların çalışmalarına karşılık gelen terim. Varoluşçu düşüncede her ne kadar 'özgürlük' yaygın olarak tepe nokta kabul edilse de akımın ilksel erdemi, otantisitedir. Varoluşçuluğa göre bireyin başlangıç noktası "varoluşsal tutum" olarak adlandırılan tutumla, yani görünürde anlamsız veya absürt bir dünya karşısında bir kopma ve keşmekeşlik duygusu ile nitelenir.[6] Pek çok Varoluşçu, geleneksel ya da akademik felsefeyi biçim ve biçemsel yönden gerçek insan deneyiminden fazlasıyla soyut ve uzak olarak görmüştür. Ruhbilimi ve kültürel devinimlerin birey deneyimlerle birlikte var olabileceğini savunan bu felsefi akımda, erdemlilik ve bilmi düşünce birlikteliğinin insan var oluşunu anlamlandırmak için yeterli olamayacağını, bundan dolayı mevcut birlikteliğin gerçek değer yargıları içinde yönetilen ileri düzey bir kategori olduğu düşünülmüştür. İnsanın varoluşunu anlamlandırma, kesin olarak bahsedilen bu otantik gerçeklikle mümkündür
Soldan sağa ve yukarıdan aşağıya olacak biçimde: Kierkegaard, Dostoyevski, Nietzsche, Sartre
Varoluşçuluk, 19. yüzyılın ortalarında, baskın sistematik felsefeye karşı bir tepki olarak doğmuştur. Kierkegaard, kendisi terimi hiç kullanmamış olsa da genel olarak ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilir. Kierkegaard hayata bir anlam yükleme sorumluluğunun da bir hayatı tutkuyla, ciddiyetle ve "otantik" yaşama sorumluluğunun da toplumun ya da dinlerin değil, sadece ama sadece bireyin omuzlarında olduğunu düşünür. Hegelcilik ve Kantçılığa karşı olarak, Kierkegaard bireysel bir bakış açısına sahiptir. Onun oluşturduğu sorumluluk temelindeki görüş; yaşamın anlamına, tutku ve samimiyet ikilisinin gerçekçi çözümlemelerine dayanmaktadır. Varoluşçuluk II. Dünya Savaşı'nı izleyen günlerden sonra tanınmaya başlanmıştır. Varoluşçuluk felsefenin yanı sıra, din, bilim, sanat, tiyatro, resim, yazın ve ruh bilim dallarını da etkilemiştir.
Bilim insanları genellikle varoluşçuluk düşünürlerinin kendi aralarındaki bakış açılarında yaşanan farklılığı, diğer filozofların yaşadığından daha fazla bulmaktadır. Varoluşçu felsefecilerin en çok eleştirildikleri konulardan biri kullandıkları terimler olmuştur. Bu terimlerin karışıklık doğurduğu ve tutarlılık sağlanamadığı iddia edilmiştir.
Kaynak: Wikipedia