Yukarıdaki başlık, çok ilginç bulduğum ve şu sıralarda okuyucularıma faydalı olması adına paylaştığım bir önemli yazının, tarafımdan konmuş adıdır…
Okuyunca sanırım siz de ne demek istediğimi anlayacaksınız…
Son derece ilgi çekici, bir o kadar da ders çıkarılması gereken nefis bir alıntı…
O halde buyurun…
“Okyanusta yol alan bir gemi battı…
Sadece bir kişi kurtuldu…
Dalgalar adamı küçük ıssız bir adaya sürükledi...
Adam ilk günlerde kendisini kurtarması için Rabbine yalvarıp yakardı.
Sonraki günlerde yardım bulurum umuduyla uzaklara bakmaya başladı.
Ama ne gelen oldu ne gider…
Bin bir emekle rüzgardan, yağmurdan ve vahşi hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklarından bir kulübe yaptı.
Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyordu…
Günler böyle geçiyordu…
Yine bir gün balık avlamak için yola koyulmuştu…
Döndüğünde ne görsün! Tek tutunduğu dal olan tahta kulübesi alevler içerisinde cayır cayır yanıyordu…
Başına gelebilecek en kötü şeydi bu…
Keder ve öfke içinde donakaldı…
Artık bu ıssız adada başını sokabileceği bir kulübesi bile kalmamıştı…
Bu üzüntüyle, “Allahım bunu bana neden yaptın!” diye feryat etti…
O geceyi Allahü Teala’ya sitemler ederek üzüntü ve keder içinde geçirdi…
Ertesi sabah erken saatlerde adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesine uyandı…
Onu kurtarmaya geliyorlardı…
Mutluluktan havalara uçacak gibiydi…
Gelenlere “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sordu…
Cevap onu hem şaşırttı hem de utandırdı;
“Dumanla verdiğin işareti gördük, o işarete göre geldik.”
İşte tutunulan son dalın kırılması, ilahi yardımların önündeki son engelin de kalkması manasına gelir kimi zaman…
Bütün çıkış yolları kapanmış insanın duası hadiseler üzerinde çok etkilidir…
Böylelerinin duası vesilesiyle en büyük şeyler, en küçük varlıklara hizmetkar olur, en zor işler umulmadık şekilde çözülür…
Tahta bir teknede yol alırken fırtınaya tutulmuş bir zavallının duasının hürmetine denizin fırtınası diner…
Cemal Süreya’nın “Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek” dediği gibi, dua da müminin elinde her zorluğu çözebilecek potansiyele sahiptir.
Sivrisineğe güneşi hizmet ettiren, zavallı bir böceğin suya ihtiyacı sebebiyle bulutları harekete geçiren, aciz hayvanlar için mevsimleri değiştiren Rabbimizin, zayıf ve çaresiz insana karşı merhameti ne büyük olacaktır!
Parıldayan gökyüzünü bir dakika içerisinde bulutlara dolduran bir yaratıcının, dilediğinde bir dakikada o gökyüzünü bomboş hale getirebileceğinden şüphe edilebilir mi!
Kainatta her şey Rabbimizin hizmetinde ve emrinde olan bir asker hükmündedir…
İnsan için çaresizlik ve çıkmaza girmişlik kainattaki dengeleri yerinden oynatabilecek güce sahip bir hazinedir…
Çaresiz insan, birçok çaresi olan insana nazaran daha güçlüdür.
Çünkü kurtulma yolları olan insan çıkış yollarına ve kendine güvenirken, kurtuluş çaresi kalmayan birinin yalnızca Rabbine güvenmekten başka seçeneği yoktur.
İşte bu yüzden daha güçlüdür ve kurtuluşa başkalarından daha yakındır…
Duadan başka bir silahı kalmamış birinden daha güçlü bir ordusu yoktur dünyanın…
Zamanın birinden bir padişah, vezirleri arasından vezir-i azamı, yani baş veziri seçmeye karar verir…
Bunun için vezirleri bir imtihandan geçirmek lüzumu vardır elbette…
Büyükçe bir saray kapısı yaptırır…
Yaptırdığı kapıya kimisi sürgülü, kimisi halkalı, baştan aşağı onlarca büyük kilit yerleştirir…
Sonra vezirleri buyur eder; ‘Vezir-i azam olmak isteyenin, birazdan göstereceğim tapıyı anahtar veyahut herhangi bir alet kullanmaksızın açması gerekmektedir.’ Diyerek müsabakayı ilan eder…
Hazırlanmış kapının üstündeki perdeler kaldırıldığında başvezir adayları, kapının ihtişamı karşısında ‘Anahtar bizde dahi olsa bunu açmak günler sürer sultanım’ diyerek müsabakadan çekilirler.
Geriye ancak bir vezir kalır…
Ki bu vezir, diğerleri arasında en küçük cüsseli ve en zayıf yapıda olanıdır.
Padişah; ‘Bu pehlivanların açamadığını sen nasıl açacaksın!’ diye merakla sorduğunda şu cevabı alır;
‘Sultanım! Bu kapının açılma imkanı yok gibi görünüyor. Lakin bize itmek düşer.”
Elini uzatıp kapıyı hafifçe ittiğinde, kapının açılıverdiğini ve aslında kilitlerin hiçbirinin kapalı olmadığını fark eden ve vezir-i azamlığı elde eder…
Tanpınar’ın Huzur’da söylediği gibi ‘Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil arkasında durduğumuz içindir.’
Wittgenstein’ın Yan Değiniler kitabında yaptığı tespit de benzerdir; ‘Bir insan kilitli olmayan ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor ve çekmek aklına gelmiyorsa o odada hapistir.’
‘Neyse ki yarınlar var
Umutların en sevdiği gün.’ Sezai Karakoç”
Nasıl, haklı mıyım işin başlangıcındaki düşüncelerimde…
Okuyan herkese ve her kesime bu duygularla “Peygamber çiçekleri” gönderelim istedik…