Bugün, giderek daha önemli hale gelen ve önlem alınmazsa büyük bir felakete doğru adım adım ilerleyen bir konunun ele alındığı, Yusuf Kaplan’a ait bir yazıyı paylaşmak istedim, Bizim Bahçe’nin konuklarıyla…
Önce okuyalım…
“Tarım ve gıda, bir millî güvenlik meselesidir artık!
Modernite, insanı tanrılaştırdı, Descartes’ın “buyruğu”na uyarak “tabiatın efendileri ve sahipleri” olma azmanlığı sergiledi ve tabiatı delik deşik etti.
Modernite, insanın tanrılaşmasının adıdır; postmodernite ise ruhsuzlaşmasının ve yok olmasının.
Batı uygarlığı, modernite ile girdiği yolculukta, postmodernite ile geldiği noktada insanın önce Tanrı’yla ilişkisini, sonra tabiatla ilişkisini ve son olarak da hakikatle ilişkisini bozdu.
Batılılar her şeye hâkim oldular ama kendilerine, kendi hırslarına, açgözlülüklerine, azmanlaşmalarına hâkim olamadılar.
Rönesans, yeniden doğuşun adı değildi, ontolojik olarak yok oluşun başlangıcının adıydı.
İnsanın bu dünyada evsizleşmesinin, yalnızlaşmasının ve azmanlaşmasının bidayeti.
İnsan Rönesansla birlikte başlayan süreçte zemine, zamana, tabiata, her şeye hâkim oldu ama nihayetinde hâkim olduğu her şeyin mahkûmu olmaktan kurtulamadı.
Tarihte ilk defa insan ürettiği eserlerin esiri oluyordu. Oysa dün, tarih boyunca, insan, ürettiği eserlerle bütünleşiyor, kendini de çevresini de zenginleştiriyordu manen.
Batı uygarlığı, insanın hakikat arayışını hâkimiyet arayışına dönüştürdüğü andan itibaren dünyaya hâkim olmaya başladı ama sonuç tam anlamıyla felâket oldu: İnsan yerini, hayat anlamını yitirmiş, dünya geri dönüşü olmayan bir yok oluşun eşiğine sürüklenecek kadar cehenneme dönüşüvermişti.
Her şey iki asırda olup bitti: İnsan, bir anda güçlendi ama aynı zamanda bir anda güçten düştü!
Tanrı’yı yitiren insanın her şeyi tanrılaştırması kaçınılmazdı. Dostoyevski’den Lacan’a kadar çaplı insanlar bu gerçeği görmüştü.
Hakikati yitiren insanın sahte’yi kutsaması, sahtenin, en ayartıcı olanın kulu kölesi olması kaçınılmazdı.
Tabiatı bitiren insanın kendi tabiatını, fıtratını yitirmesi, azmanlaşması, kendi kuyusunu kazması, intiharın eşiğine sürüklenmesi mukadderdi.
Fıtrat, tabiattan önce gelir. İnsan fıtratını yitirmeye başladığı andan itibaren tabiatını da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamaz.
İnsanın insanı tanrılaştırması, hakikati buharlaştırması, mutlak sahteyi hakikat katına çıkarması, hep fıtratını yitirmesinin kaçınılmaz ürpertici sonuçları.
Fıtratını yitiren insanın tabiatını korumasını beklemek, kabul olmayacak duaya âmin demek!
Batı uygarlığı, tanrıya, hakikate, tabiata ve insana saldırının adıdır. Ontolojik şiddet, Batı uygarlığını varoluşunu, hükümran oluşunu sağlayan karakteridir ama aynı zamanda yok oluşunun tohumlarını da eken kaynağıdır.
Tanrı’yla, hakikatle, insanla ve tabiatla irtibatını koparan bir uygarlığın insanlığı ve dünyayı cehenneme çevirmesi kaçınılmazdı.
Tarım ve gıda tehdit altında! Kıtlık tehlikesi kapıda!
Meseleyi Paris İklim Sözleşmesi’ne getirerek yazıyı noktalayacağım…
Paris İklim Sözleşmesi, önce Meclis Çevre Komisyonu’nda kabul edildi, bir gün sonra da TBMM’de onaylanarak yasalaşmış oldu.
Kötü bir haber bu!
İstanbul Sözleşmesi faciası gibi bir facia daha yaşayabiliriz!
Benden uyarması.
İyice araştırıldıktan sonra karar verilmeliydi.
Tarım zor durumda zaten.
Şunu bilelim: Gıda, madenler ve tarım konusu bir millî güvenlik meselesidir artık!”
Fazla söze gerek yok…
İşin ehemmiyetini bundan daha net bir şekilde ortaya koyan bir başka ifade olamaz…
Sanırım üzerinde durulacak bir yorum…
Konuya gereken önemin verilmesi adına herkesin elinden geleni ardına koymaması gerekir…
Çünkü bu millî bir davadır…
Bu doğrultuda, okuyan herkese ve her kesime “Peygamber çiçekleri” gitsin istedik…