Değerli okurlar. Bendeniz Sakarya’da doğdum ve bu şehirde büyüdüm. Elli dört yılım bu şehirde geçti. Yıllar geçtikçe insan, doğup büyüdüğü şehre karşı aidiyet sebebiyle manevî bir borç hissediyormuş. Acı tatlı birçok hatıra biriktirerek yaşadığımız Sakarya’nın tarihine not düşmek, aynı şehrin havasını teneffüs eden hemşehrîlerin düşünce dünyasına katkıda bulunmak bir vatandaş olarak bu şehre borcumuzdur. Ahde vefamız olarak görülmeli.

Yaşadığımız mahalledeki muhtardan tutun da Sakarya’nın tamamında halka hizmeti Hakk’a hizmet bilen idarecilerin taş üstüne taş koymaları; şehrine, memleketine, kendi insanına hizmet etmeleri insanî bir erdem ve aynı zamanda vatandaşlık görevidir.

Kuşkusuz ki şehrin insanına hizmet etmek partiler üstü bir gayeye matuftur. Hangi siyasi düşüncede olursa olsun, insana hizmet etmek aynı zamanda bir ibadettir. Şehrin tüm kurumlarının varlık sebebi ülkeye, şehre ve insana hizmettir.

Türkiye Yüzyılı, birey olarak hepimize yeni bir sorumluluk yüklüyor. Futbol takımı taraftarlığı düzeyindeki algı seviyesiyle şehir ve ülke yönetilmez. İdeolojik taassupları ülkemizin geleceği adına aşmak zorundayız. Yıkıcı ve kısır siyasi çekişmeler; özelde şehrimizde genelde ülkemizi yordu. Terör belasıyla birlikte ideolojik kamplaşmalar insanımızın maddî ve manevî enerji kaybına sebep oldu.

Türkiye’nin acı tecrübeyle geçirdiği son elli yıldaki koalisyon krizleri, askeri darbeler, Laik – antilaik, Alevî- Sünni, Türk-Kürt ırkçılığı hepimizi yordu. Yüzeysel kavgalar yerine toplum olarak kenetlenip tam bağımsız büyük Türkiye idealine hizmet etmeliyiz. Türkiye’yi dünyada süper güç olarak görmek istiyorsak hepimiz bulunduğumuz şehirde üretimi arttırmak, şehrimizde marka değerler üretmek zorundayız. Diğer yandan yapılan hizmetleri takdir etmek, yanlışları hatırlatmak da kardeşliğimizin bir gereğidir.

Siyaset taassubu, kindarlık ve haset duyguları insanın hakikati görmesine perdedir. İnsana teşekkür etmeyen Hakk’a teşekkür etmeyi de bilmez. Şehrin insanlarına hizmet edenler hangi siyasi partiden olursa olsun baş tacı olmalıdır. İnsanlar gelir gider, yapılan hizmetler kalıcıdır. Hiçbir makam da kimseye bakî değildir.

*

Muasır medeniyet sevdalılarının “Avrupa” normları üzerinden konuşmak gerekirse şu tespiti yapmak zorundayız. Avrupa’nın ticari, ilmî ve teknolojik başarılarının temelinde yatan ilke “toplam kalite” düşüncesi üzerine kurulmuştur. Her ne kadar toplam kalite yönetiminin fikir babası Edward Deming’in ortaya attığı “Kaizen Teorisi” Japonya’da başarıyla uygulanmış olsa da; kaliteli ürünün asıl rantını siyaseten güçlü devletler, ABD ve Avrupa yemektedir.

Avrupalı insan ülkesinin zenginliğini ve kişisel refahını arttıracak işlere/kişilere değer verir. Parti siyaseti tek kriter değildir. Öncelik halkın hizmet almasıdır.  Avrupalı seçmenler için en önemli kıstas yaşadığı şehirde yerel yönetimlerin şeffaf olması, ulaşılabilir ve eleştirilebilir olmasıdır. Avrupa’da yerel yönetimlerin önceliği şehrin tarihi mimari dokusunu korumak, ekonomik girdileri arttırmak ve şehrin yöresel değerlerini marka olarak dünyaya pazarlamaktır.

Almanya’nın kuzeyinden Fransa’da Paris’e kadar otoban boyunca yanından geçtiğim her şehrin marka değerlerini öne çıkaran tabelalar görmüştüm. Sadece Paris’in Eiffel Kulesi her yıl 75 milyon turist çekerken; küçücük bir şehir olan Belçika’nın Brugge şehri, tüm dünyaya dantel satmakla ünlüdür. Hollanda tarım ve süt ürünleriyle markadır. Almanya’nın neredeyse tüm şehirleri kendine ait değerleri marka yapmıştır. Prag, kristalleri ve tarihiyle Çekya’nın kalbidir. İtalyan Nutella’sı dünya markası olarak 75 ülkede satılıyor. İstanbul, bizim için medeniyetler beşiğidir, dünya şehrimizdir. Bunun gibi yüzlerce örnek konuşabiliriz lakin biz konumuza, şehrimize geri dönelim.

(Devam edecek)