1999 depremi öncesinde şehrimizde pejmürde kıyafetleriyle kendi halinde gezen, kendi kendine konuşan bazen de gülen birçok insan vardı. Kâh Bulvarda kâh çarşıda kâh cami şadırvanları etrafında görürdüm onları. Yollarda gelip geçenlerin önemsemediği, öylece yanından uzaklaşarak çekip gittikleri hatta ürktüğü esrarengiz insanlardı…
Toplaştıkları merkez genellikle Orhan Camii avlusu olurdu. Musalla taşına getirilen meyyit için kılınan cenaze namazına bazen iştirak eder bazen de etmezlerdi. Anlaşılan oydu ki, herkesin cenaze namazını da kılmazlardı. Nâdân olanlar onlara deli derdi. Dânâ olanlar ise delilik suretinde gizlenen veliyi görürlerdi. Ya da halk arasındaki meşhur ifadeyle onların ortak isimleriydi meczuplar... Nedense depremden sonra birçoğu ya sırlandı ya da şehrimizi terk ettiler.
Ataullah İskenderî, Hikem’ul Atâiyye adlı şaheserinde meczupların halini şöyle anlatır. “Dervişlerin seyr-u sulûkları halktan, Hakk’a doğrudur. Alt mertebeden üste doğru, aşağıdan yukarıyadır. Meczupların seyr-u sulukları ise Hakk’tan halka doğrudur. Yukarıdan aşağıyadır.”
Aklını yitiren delilerin veya Allah aşığı meczupların şeriat mükellefiyeti ve irşâd yetkileri yoktur. Hakikat yolunda muteber olan, meczub-u salik olmak değil, salik-i meczup olmaktır.
Balıkesirli Sıddık Naci Eren Efendi’nin ifadesiyle meczuplar: “ Allah’ın kudret aynalarıdır. 40 akıllının bilemediği şeyleri Allah, meczupların diliyle öğretir. Allah, meczubun gözündeki perdeyi kaldırınca meczup ilm-i ledun hakikati söyler. Perde inince, tekrar dereden tepeden anlatmaya başlar. Meczuplar Allah’ın rahmet kucağında hakikat sütüyle beslenir.”
Sahip olduğumuz “akıl ve iman” nimetine ne kadar şükretsek azdır.
*
Recep’i (Kayın) çarşıda tanımayan yoktur. Yeni Camii, Orhan Camii, Ağa Camii ve Tozlu Camii bölgesindeki çarşılarda mekik dokur. Babası Abdurrahman 1956 Makedonya Kocacık göçmenidir. Recep Ağabey, 1959 yılında Erenler’de doğmuş. Tepekum Mahallesi’nde oturur. 64 yaşında. Onu tanıyanlar bilir. Çarşımızın gülü gibidir. Heceleyerek Kur’an okumasını da bilir. Dünya tatlısıdır. Allah kıyamet gününde onu çok sevdiği Rasûlullah’a (sav) komşu eylesin.
Genellikle öğle namazını Orhan Camii’nde kılar. Namazda rukûya eğilince bazen sağa sola bakmak huyudur. Biz Recep Ağabey’i ameliyle değil kalbiyle severiz.
*
Recep’le Tozlu Camii altındaki Özdin Kitabevi’nden çıkarken karşılaştık. Hemen söze girdi. Günlerden bir gün Orhan Camii avlusunda abdest alırken cahilin birisi ona “Sen Kur’ân okumasını bile bilmiyorsun. Boşuna abdest alıp namaz kılma” deyince bu sözler yüreğine oturmuş. O cahile cevap vermek istercesine dükkân vitrininde açık duran Kur’an’ı Kerim’den Yasin Sûresi’nin ilk beş ayetini yüksek sesle heceleyerek okudu bana. Hüzünlüydü. Tozlu Cami içinde resmini de çekmemi istedi.
Heyecan içinde gözyaşlarıyla anlatmaya başladı. Onu tanımayan ham softanın biri namaz çıkışında Recep’e: “Senin namazın olmadı” demiş. Bu söze çok gücenmiş. “Üç gün evden çıkmadım hep ağladım” dedi. Sonraki günlerde Peygamber Efendimiz’i (sav) rüyasında görmüş. Efendimiz (sav) Recep’in gönlünü almış ve “Senin namazın oldu. Sana o sözü söyleyenin namazı olmadı” buyurmuş.
Son cümlesini duyunca Recep’le beraber bendeniz de ağladım: “Bana deli diyorlar. Eğer ki ben deli olsaydım, Peygamber Efendimiz (sav) on kere rüyama gelir miydi?”
Değerli okurlar, kalpleri bilen Allah’tır. Dış görünüşe bakıp şekle aldanmayın. Bu yalancı dünya âleminde akıllı geçinen nice deliler var… Deli görünen nice akıllılar…
Ahmed Amiş Efendi ne güzel söylemiş: “İnsan kalbi sırrı müphemdir. Oynamaya gelmez”