Bir toplumu parçalayan bilmenin en kestirme yolu o toplumu bölmektir. Bununda en kestirlme yolu fertleri biribirilerine karşı ötekileştirmektir. Ötekileştirmek ne demektir ? Buradan başlayalım. Bireylerin, toplum tarafından onaylanmayan veya farklı görülen özellikleri itibarıyla, çoğu zaman ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalmalarını sağlayacak şekilde etiketlemeleri durumudur. Bu etiketler süreç içinde bireyselliğin sınırlarını aşarak kolektif bir niteliğe bürünür. Bu açıdan bakıldığında, ötekileşmenin bireysel, kolektif ve küresel olmak üzere üç boyutu ortaya çıkmaktadır. Sadece bireyler değil, her türlü toplumsal grup ve hatta ulusal topluluklar bile ötekileşebilir. Bireyler, bazen sahip oldukları ve önceden ötekileştirilmiş kolektif kimlikleri itibarıyla, bazen de bu kimliklerden bağımsız olarak bazı bireysel özellikleri itibarıyla ötekileşir. Bu süreçte her zaman hedefte olan birey veya grubun dışında kalan ikinci bir birey veya grubun varlığı mevcuttur. Bir başka deyişle, ötekileşen ve ötekileştiren olmak üzere iki taraf arasındaki karşılıklı ve eş zamanlı etkileşimden doğan ve gelişen bir durum söz konusudur. 

Ötekileşme süreçlerinde ön yargı, ayrımcılık ve dışlanma olmak üzere üç temel aşama yer alır. Hedef unsura yönelik geliştirilen tutum ve yargılar süreç içinde ön yargılara dönüşür. Ön yargılar da çoğu zaman hedef unsura yönelik genelleyici tanımlamalar olan kalıp yargıları (stereotip) üretir. Ön yargılar kavramsal boyutundan çıkıp hedef unsura yönelik davranışlar bütününe dönüştüğünde ayrımcılık denilen durum ortaya çıkar. Ayrımcılığın dışavurumundaki yoğunluk niceliksel ve niteliksel olarak arttıkça, ötekileşmenin son aşaması olan dışlanma oluşur. Dışlanma, hizmetlere ve kaynaklara erişim konusunda dışlanan bireylere yönelik bir eşitsizliği doğurur. Bu açıdan, ötekileşmiş bireyler ulaşabilecekleri kaynaklar ve bizzat kendi hayatları üzerinde görece daha az bir kontrole sahiptir. Dışlanma, siyasi, ekonomik ve sosyal boyutlarda kendisini gösterir. Örneğin ötekileşmiş bir cinsiyet grubu olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmemesi siyasi, kadın istihdamının engellenmesi ekonomik, kadınların kamusal alandaki varlık ve faaliyetlerinin kısıtlanması ise sosyal dışlanmaya birer örnektir. 

Ötekileşme kavramıyla ilgili sosyal bilim literatürü, temel olarak Friedrich Hegel'in (ö. 1831) "efendi-köle diyalektiği"nde belirtmiş olduğu benlik ve öteki ikiliği üzerine kuruludur. Hegel'e göre bireyin kendi benliğini tanımlama ve ayırt etme süreci, karşıt olarak ortaya konulmuş bir "öteki" sayesinde gelişir. Örneğin köle sahibi bir efendi, kölesinin statü ve rolleri ile kendisin efendi olarak statü ve rollerini kıyaslamak suretiyle efendi kimliğini daha çok pekiştirirken, bir yandan da bu statünün getirdiği rolleri ve davranışları sürekli sergilemek zorunda olduğundan kendi benliğinin de adeta kölesi olmuş durumdadır. Varoluşun ancak karşıtlarla mümkün olabileceği şeklindeki bu rölatif ilişki, ötekileşmenin kavramsallaştırılmasında en temel husustur. Öteki kavramını sosyal gruplar bağlamında ilk defa ele alan Simone de Beauvoir (ö. 1986), erkek egemen toplumda kadınların erkeklere kıyasla ikincil ve daha değersiz konumlara itilmiş olan kadınların bir cinsiyet grubu olarak ötekileştirilmiş olduğunu vurgulamıştır. Zygmunt Bauman (ö.2017) ise ötekileşmeyi kimlik kavramı üzerinden açıklamış ve tüm ötekileşme süreçlerini, birbiriyle karşıt olarak algılanan kimliklerin çatışması olarak yorumlamıştır. Buna göre ötekileştiren bireyin/grubun kimliği o birey/grup tarafından ideal ve hakim norm olarak görülürken, ötekileştirilen bireyin/grubun kimliği anormal, ikincil ve hatta düşman olarak görülür. Ötekileşmeye şarkiyatçılık (oryantalizm) eleştirisinde değinen Edward Said'e (ö.2003) göreyse, Avrupalı güçler, kolonileşme sürecinde ulaştıkları toprakların yerli halklarını, kendi kültürlerine kıyasla ikincil ve farklı olarak tanımlamak suretiyle bu halkları ötekileştirmiş ve bu sayede kolonileştirme sürecini meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Yine bu süreçte Avrupalı koloniciler tarafından icat edilen ve Avrupa sınırları dışında kalan dünyayı betimlemek için kullanılan oryantal, egzotik gibi terimler de bizzat bu bölgelerin halklarına yönelik kalıp yargıları vurgulayıcı ve ötekileştirici araçlar olmuştur. Said'in eleştirmiş olduğu Batı etnik merkezciliği, Gayatri Spivak tarafından da vurgulanmıştır. İngilizlerin Hindistan'ı sömürgeleştirme sürecini incelemiş olan Spivak'a göre, koloni süreçlerinde ötekileştirme üç boyutta gerçekleşmiştir. Buna göre, birinci olarak kolonici taraf kendi gücünü ortaya koyarak yerli halkı kendisine tabi kılar. Ardından, yerli halk kültürel açıdan ikincil bir statüde görülür ve bu statüyü içselleştirmeleri amaçlanır. Ve son olarak da, bilgi ve teknolojik gelişimin yerli halkın değil, kolonici "efendilerin" getirdiği yenilikler olduğu yoğun biçimde vurgulanır. Böylelikle, kolonici güçler, karşılarında hep kendilerinden olmayan bir öteki üzerindeki hakimiyetlerini güçlendirirler. 

İnsanlık tarihi boyunca ötekileşme, rölatif doğası itibarıyla, toplumlar arası ilişkilerin inşa edilmiş bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ulusal çıkarlar doğrultusunda her daim karşıt olarak görülen ve düşmanlaştırılan ötekiler var olmuştur. Antik Romalıların, kendi medeniyet alanları dışında kalan diğer halkları barbarlar olarak tanımlaması, bu tarz bir ötekileştirmenin ilk örneklerinden biridir. Benzer şekilde, tarihin diğer evrelerinde de, örneğin haçlı seferleri boyunca Hristiyan/Müslüman, Orta Çağ Avrupa'sında inananlar/kafirler, coğrafi keşifler döneminde kolonici bizler/kolonileştirilen yerli halklar gibi pek çok ötekileşme durumları yaşanmıştır. Günümüzün modern toplumlarında da pek çok farklı ötekileşme durumları gözlenmektedir. Bu ötekileşen grupların arasında en başlıcaları olarak kadınlar, engelliler, etnik/ırksal azınlıklar, göçmen ve mülteciler, yerli halklar (Avustralya'daki Aborjinler…vb), yaşlılar, Hindistan'da düşük kast mensupları (yasaklanmış olmasına rağmen halen Hindistan'ın bazı kesimlerinde uygulanmaktadır) ve suçluları saymak mümkündür. Ötekileşen grupların pek çoğu aynı zamanda dezavantajlı gruplar kapsamına girmekte ve pek çok devlet tarafından bu gruplara yönelik pozitif ayrımcılık politikaları uygulanmaktadır. Ancak, pozitif ayrımcılık söz konusu grupların sosyal, kültürel ve ekonomik refah seviyelerini yükseltmeyi hedeflerken, bir yandan da ötekileşmeyi nesnel ve öznel açılardan derinleştirme bilmektedir. Ötekileşen bir grubun mensupları, pozitif ayrımcılık sürecinde grup dışı bireyler tarafından daha da ötekileştirilirken, aynı zamanda kendi kimliklerine daha da sarılarak geniş topluma uyum sağlamayı reddedebilmekte ve böylelikle bir nevi kendilerini ötekileştirme bilmektedir. Ayrıca, küreselleşme sürecinin belirgin bir ikilemi olarak, gelişen iletişim teknolojileri sayesinde farklı toplumların mensupları birbirlerini daha iyi tanırken, bir yandan da birbirlerine yönelik ötekileştirmeler çok yoğun olarak yaşanmaktadır. Özellikle çevrimiçi ötekileştirme olgusu, bu çağın önemli sorunlarından birisi haline gelmiştir.

YAZAR Melih Çoban www.habertürk.com