Yıllar önce Kaçkar Dağları Ana Kampı’ndaki zirve öncesinde yaşadığım geceyi hatırladım… Deniz seviyesinden yaklaşık 3900 metre yüksekteydik. Lacivert renkli gecede parıldayan binlerce yıldızı ilk defa o kadar yakından izlemiştim. Yedi kat semâda cümbüş vardı sanki… Şehrin hengâmesinde ve sokak lambaları altında gökyüzünün ihtişamını temaşa etmek güç...
Sizlere tavsiyem; hayatınızda hiç olmazsa bir kez, internetin olmadığı ve telefonun çekmediği herhangi bir dağ yamacında kamp yapın. Şehrin ışıkları ve kirli gürültüsü olmadan gecenin zifiri karanlığında gökyüzünü kandiller gibi süsleyen yıldızların ihtişamını izleyin. Allah’ın kudret ve sanatının farkına varın.
Geçen gece Yazlık Mahallesi’nde oturduğumuz evin balkonunda çay içiyordum. Ay, hilâldi ve hava açıktı. Sokak aydınlatmasından dolayı, gökyüzünde sadece birkaç yıldız parlıyor, diğerleri belli belirsiz bir görünüyor bir kayboluyordu sanki.
Sonra, yatsı ezanı okunmaya başladı. Ezanı okuyan sesi hemen tanıdım. Orhan Camii İmamı Alaaddin Beşel Hoca’ydı. Orhan Camii’nde yıllardır imamlık yapan Alaaddin Hoca’nın okuduğu ezanı ne zaman dinlesem mest olurum. Medine-i Münevvere Kıraatinde okunan ezan, içimin yağlarını eritir. Elimden çayı, sigarayı bıraktım. Huşuyla ezanı dinlerken geçmişe gittim.
Alaaddin Hoca’yı dinlerken, 1989 yılında ziyaret etmekle müşerref olduğum Medine-i Münevvere’de, Peygamber Efendimizin (sav) mescidinde, “Kubbetu’l Hadrâ”dan gökyüzüne yayılan o muhteşem ezan seslerini hatırlamıştım.
İlk müezzin Hz. Bilâl’in okuduğu Ezan’ı Muhammedî’yi (sav) kıyamete kadar kesilmeksizin tekrar edecek olan Mescid-i Nebevî müezzinlerinden ilk defa dinlediğim “Medine Ezanı” hayatımın müstesnâ anlarındandı.
Adapazarı’nın kalbi sayılan Orhan Camii’nde imamlık yapan Alaaddin Hoca’nın ara sıra okuduğu ezanları her duyduğumda, Nebî’nin (sav) nübüvvet nuruyla nurlanmış Medine’yi hatırlarım.
1985 yılı Ocak’tı. Babam vefat etmişti. Yedi gece boyunca evimiz dolup taşmış, okumalar bittikten sonraki gece; el etek çekilmiş, aile olarak baş başa kalmıştık. Babasız olarak yeni bir hayata başlamak üzereydim ve bir yalnızlık duygusu kaplamıştı içimi… Erkek cemaati olarak bizim evde, kadınlar da üst katımızdaki amcamın evinde okunan Kur’ân-ı Kerîm ve Mevlîd-i Şerîf’i dinlemiştik. O seneki kışı bir daha yaşamadım hayatımda… Şimdi bakıyorum da babamın ölümü üzerinden tam 38 yıl geçmiş… Allah cümle ölmüşlerimize rahmet eylesin.
Okumaların yedinci ve son gecesiydi. Bahçelievler ve Vagon Camii İmamlarının yanında evimize gelen ve ilk defa gördüğüm genç bir imam vardı. Kısa sureleri okumuştu.
O zamanlar on altı yaşındaydım. Kur’an kıraatleri konusunda hiç bilgim yoktu lakin ilk defa duyduğum bu kıraat şekli sadece bendenizde değil, dinleyen tüm cemaatin kalbinde derin bir tesir bırakmıştı. Misafir olarak evimize teşrif eden genç imamın enfes bir makamla okuduğu kısa sureleri hayranlıkla dinlemiştim.
Bu satırları yazdığım günden yaklaşık kırk yıl önce tanıdığım ve kıraatine hayran olduğum o genç imam, yukarıda bahsettiğim balkon gecesinde dinlediğim Medine tarzı ezanı okuyan kişi; Orhan Camii’nin İmamı, Alâaddin Hoca’ydı.
Bendeniz, Orhan Camii’nde vaaz esnasında kürsüde ruhunu teslim eden arif-i billah Cevdet Hoca’ya yetişemedim. Talip Hoca ve sonrası döneme şahidim. Yolunuz düşerse, Orhan Camii’nde Alaaddin Hoca’nın arkasında namaz kılarsanız, Kur’ân kıraatiyle zuhur eden imanın halâvetini tadarsınız.
Bizler evimizde oturup çay içerken, yaz-kış, gece-gündüz demeden ihlasla ezan okuyan müezzinlerden, mihrapta namaz kıldıran imamlardan Allah razı olsun. Rasûlullah’a (sav) ve Hz. Bilâl’e komşu olsunlar.
Üsküdar ağzıyla okunan ezan da güzeldir lakin bizim gönlümüz Medine’den yanadır…