24 Şubat 2016 tarihinde rahmetli olan Mehmet Kırkıncı Hoca’yı, ölüm yıldönümü münasebetiyle anmak üzere bu hafta köşeme taşımak istiyorum
Tarih nice yiğitlere, kahramanlara, davası için varını, yoğunu ortaya koyan emsalsiz iman erlerine şahitlik etmiştir. Bunların en önemli ortak noktası; kendileri için bir şey istemeden, ülkesi ve milleti için, din-i mübîn-i İslâm için, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle, gece gündüz demeden gayret etmeleri, gerektiğinde tehlikeye atılmaları, icab ettiğinde yetkilileri uyarmaları, meyve verdikleri için zaman zaman taşlanmaları, vatanı kendilerinden çok sevmeleri ve bu sevginin ateşini zaman zaman soğuk hücrede bastırmalarıdır.
Mehmet Kırkıncı Hocam da, Erzurum’un yetiştirdiği, dünyaya mal olmuş böyle ender şahsiyetlerden biriydi.
Hocam’ın temel karakteristiği dava adamı olması, kendini Risale-i Nurların neşrine ve böylece vatana, millete, imana ve Kur’an’a hizmete adamasıydı. Bu konuda yer ve zaman mefhumu da yoktu.
Hocam, 1960 darbesi sonrası götürüldükleri Sivas’taki cezaevindeki bir hatırasını şöyle nakletmişti:
Orada namaz kılmayıp, bizim namazımız kılınmış deyip belki de hafife alarak namaz kılmayan Alevilere:
- “Ben şimdi Hz. Ali Efendimize gücendim, niye sizin namazınızı kılmış da, bizimkini kılmamış!”deyip, işin hakikatini ders vermiş, nerede olursa olsun iman hizmeti şuurunu asla elden bırakmamıştır.(1)
Hocam, medrese usulü ders almış, risaleleri ve üstadı duyduktan sonra iştiyakla eserlere sahip çıkmış 1955 senesinde yanında talebesi Molla Zekeriyya olduğu halde, Üstad’ı Isparta’da ziyaret etmiş, üstadın duasına mazhar olmuş ve sonra memleketine dönerek nur hizmetine dört elle sarılmıştır.(2)
O günün koşullarında halk Risale-i Nurları tanımıyor, bu metod yeni bir yöntem olarak ortaya çıkmış, kimisi çok endişeli yaklaşıyor, takip var, tecessüs var, imkânlar kısıtlı, ulaşım zayıf, iletişim noksan fakat inanç var! Hocam da bu inançla yollara düşüyor, ilçe ilçe, köy köy, il il risaleleri anlatmaya çalışıyor. Yer yer rica ediyor evlerde ders yapıyor, yer yer medreselere, dergâhlara misafir oluyor. Zikri, hatme-i hacegânı dinliyor, sonra “ben de şu eserden okuyabilir miyim?” diyor ve derdini okuyor. Mucizât-ı Ahmediye okuyor, Asa-yı Musa okuyor, Haşir bahsini okuyor.
Hocam bir kere temelde tüm zamanı hizmetle geçen bir âlim, hoca ve fikir adamıydı. Kapısı Kümbet’te herkese açık, sabah namazından itibaren belli gruplarla farklı dersler okur, gelenlerle çay içer, risale okur, namazlarını kılar, belli zamanlarda halk ile iç içe olurdu. Her gün bir programı vardı. Gider umumi ders, esnaf dersi, talebe dersi nevinden risale dersini yapar, icab ederse il dışına gider, dersini okur, mesajını verir, yine Kümbet’e dönerdi. Bütün hayatı bu şekilde iman, Kur’an ekseninde devam ederdi. Okur, anlatır, yazardı…
Teşbihte hata olmasın; bir ayağı Kümbet’te Nur Dersi’nde, diğer ayağı da âlemle irtibat halinde idi. Bu minvalde pek çok örnek var. Hatırımda kaldığı kadarıyla, kendi anlattığı şu hatırasını paylaşabilirim: Sadece Risale-i Nur değil, dini kitapların basılması ve okunmasını yasaklayan, genel içerikli bir kanun hazırladığı ve meclise sunulacağını kendisine haber verilince, Ankara’ya gitmiş ve Meclis’te genel kurula geçmek üzere iken dönemin yetkilerine ulaşarak mevzuyu anlatmış. Başbakan:
- Benim içerikten haberim yok, bir baktırayım! demiş ve bu madde kanundan çıkarılmış. (3)
Farklı zamanlarda sorumluluk alarak yetkililere ulaşmış, mektup yazmış veya temennilerini bildirmiştir.
Kenan Evren’e; 1980 darbesinden sonra, 1982 yılında dine ve ahlâka önem verilmesi, okullarda zorunlu din dersi okutulması tavsiyesi ile mektup yazmıştır.
28 Şubat’ta belli kesimler bir taraftan tarikat ve cemaatleri aşağılayıp bir taraftan İran korkusu pompalarken, Hocam gereğini yerine getirdi ve sorumluluk alarak açıklama yaptı:
"Bazı hadiseleri büyütmek doğru değil, çünkü bazıları habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapıyor. Tarikatların bu ülkeye faydadan başka bir şeyi olmamıştır. Tarikatlar korkulacak şey değildir."
"Aslında o insanlar şeriatın ne olduğunu bilmiyor. Şeriat korkulacak bir şey değildir. Gusül abdesti almak, bir dostla selamlaşmak, tokalaşmak, sohbet etmek dahi şeriattır.
"Türkiye İran olamaz, çünkü orada insanlar mollaya bağlanır, o öl dese ölür. Mollalar her şeydir. Onlar Şia’dır. Bizde ise bağlandıkları, inandıkları insan hata yaparsa, vatandaş onu uyarır. Uyarmak zorundadır. İran'da böyle değildir. Orada ruhbanlık sınıfı vardır. Hiç kimse Türkiye'yi İran yapamaz."
15 Temmuz kalkışmasına gelen süreçte de Kırkıncı Hoca; “hayırlı hizmetlerinde hükümetimize dua ediyoruz” diyerek duruşunu, tarafını ortaya koydu.
Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun.
Selam ve dua ile kalın…
Dipnotlar
1- bkz. Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 189-190, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. Baskı
2- bkz. Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 80-102, Mehmed Kırkıncı, Bediüzzaman’ı Nasıl Tanıdım? s. 82-109, Erzurum Kültür ve Eğitim Vakfı Yayınları, Erzurum, 2. Baskı
3- bkz. Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 368-373