Yüzyılın yanlışlarını köşe yazısına sığdırmak zor. Derdimizi anlatabilmek için yakın tarihe gidelim.  Çoğu Fenerbahçe taraftarı hiç olmazsa stadından bilir Şükrü Saraçoğlu ismini. Peki, konumuzla alakası nedir? Bakalım.

Örnek 1: CHP eski Maliye Bakanı ve ülkemizin beşinci başbakanı Şükrü Saraçoğlu (1886-1953) diyor ki: "İslam dininin tesirinden kurtulmak için 30 yıla daha ihtiyacımız var." Demek ki ülkemizde yaşayan Müslüman halkı, dininden uzaklaştırabilmek/unutturmak için zamana ihtiyaçları varmış.

Örnek 2: TBMM 6.7.ve 8. dönem CHP Milletvekili Kemalettin Kamu (1901-1948) , İslam dinini inkâr ettiği bir şiirinde: “Ne örümcek ne yosun / Ne mucize ne efsun / Kâbe Arap’ın olsun / Bize Çankaya yeter” diyordu.

Örnek 3: Osmanlı sonrasında kurulan Cumhuriyetin ilk yıllarında bir kadın yazar olarak her fırsatta laiklik propagandası yapıyordu Halide Edip Adıvar. (1882-1964) "Öyle bir din istemem Arap felsefesinden / Bana bir din yarat Türk'ün nefesinden" derken, açık seçik Allah’ın dini İslam’ın bir Arap felsefesi olduğunu, Türkiye’de yeni bir Türk dini yaratılmasından bahsediyordu.

Agresif laik kadrolar, Kemalist yazarçizer takımı Cumhuriyet tarihi boyunca Müslümanları aşağıladılar, İslâm’a kin kustular.  Kendilerinin dinsizliği seçmeleri sorun değildi lakin tüm Müslüman Anadolu halkını “dinsiz” yapmak istemeleri, halkı dipçik zoruyla kendilerine benzetmeleri acıdır, manidardır.

Dönemin şartları ve İngiliz siyasetiyle Müslüman Araplarla, Müslüman Türkler arasında ayrılık tohumları ekildi. Her iki tarafın okul kitaplarında, edebi eserlerinde ağza alınmayacak hakaretler küfür sözler yazılıp çizilmeye başlandı. Sosyalist Arap dünyasında Türkiye Cumhuriyeti kâfir ilan edildi. Türkler, Arap halklarını sömüren millet olarak resmedildi.

Türkiye’nin tarih kitaplarında Araplar kirli, pis, hain ve korkak olarak resmedildiler. Karşılıklı düşmanlık tohumları İngilizlerin işine yaradı.

Yapanlara yazıklar olsun. Türkiye’de hamam böceklerine Peygamberimizin (sav) göz bebeği olan kızı Hz. Fâtımâ’nın temiz ve pak isminden mülhem –hâşâ- “Kara Fatma” ismi verildi.

Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde siyah renkli sokak köpeklerine  “Arap” ismini koymaya başladılar. Galat-ı meşhur olan “İşler Arap saçına döndü” ifadesi tam bir aşağılama ifadesiydi.

Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın pis yüzü” ifadesi de Cumhuriyetin Laik ve Kemalistlerin çirkin mirasından ibarettir.

Şimdi gelelim günümüze. 

Ömer Sabancı’nın eşi Arzu Sabancı, ülkemizin kaymak tabakasında yaşayan sayılı zenginlerinden. Batı ülkelerini gezmiş modern Cumhuriyet kadınlarından biri olmasına rağmen bir türlü dünyalı olamamış.  Zaten sosyetenin en büyük sorunu budur. Ülkemizdeki sermaye sahipleri halkına yabancıdır. Zengin olmalarına rağmen fikirleri kıttır, yüzeyseldir. Demokrat ve özgürlükçü görünürler lakin zurnanın zırt dediği yerde gerçek zihin yapıları kendilerini ele verir.

"Nişantaşı, Bebek, sokaklar, kafeler… Simsiyah kıyafetlilerle kaplı." Bu sözlerin sahibi Arzu Sabancı, ülkemize döviz bırakan Arap turistleri kıyafet üzerinden kategorize etmiş. Canım İstanbul sanki elden gidiyormuş. Nasıl mı? İstanbul’u “simsiyah” kıyafetliler sarmış ya! Daha ne istiyorsunuz?

İfadeye dikkatinizi çekeyim. Sadece “siyah kıyafetler” ifadesi Arzu Hanım’ın hızını kesmemiş. “Simsiyah” diyerek tespitine trajik vurgu eklemiş…

Türkiye’deki elit ve jakoben sınıfın İslam’ı hatırlatan simgelere duyduğu nefreti Arapların yerel kıyafetlerine verdikleri “gerici tepki” üzerinden görebilirsiniz. Batılı turistlerin neredeyse çıplak olmaları onları rahatsız etmez. Yeter ki siyah örtülü olmasınlar… Araplara hakaret eden ahmaklar; utanmasalar İngiliz, Alman, Fransız turistlerin ayaklarını öperler. “Aptal Batı hayranlığı,” dine mesafeli duran elitlerin ruhuna işlemiş. Ne yapsanız boş…

Modern giyimli genç kız tahminimce yirmili yaşlardaydı. Elinde AVM poşetleriyle gelip yanımızdaki boş masaya oturdu. Küçümseyici bakışlarla tüm müşterileri etraflıca süzdükten sonra çok geçmeden telefonu çaldı. Telefonda -yüksek sesle- konuşurken halen etrafını süzmeye devam ediyordu. Dudak bükerek, aşağılayıcı bir tonda arkadaşına şöyle söylüyordu. “Mado’ya geldim. Burayı da Araplar sarmış...

Ne dediğini bilmeyen ezik kız… Belki de Mado’yu İngilizler sarsaydı hoşuna gider, kibirli İngiliz turistleri hayran hayran seyrederdi… Dinamik olarak büyüyen ülkemizin her türlü menfaatine sevinmek yerine Arap turistlere hakaret etmek ayıptı ama kime ne anlatacaksın?  

Önümüzdeki masada oturan iki Arap işadamı ellerindeki katalogları inceliyor, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Oturduğumuz yerden mükemmel görünen Abdülhamid Camii’nden ezan okunmaya başlayınca ortama sükûnet hâkim oldu.

Arap kardeşlerimizle birlikte bizler ezanı huşuyla dinlerken, ezik kız sipariş vermekten vaz geçip oturduğu masadan hışımla kalkarak çoktan gitmişti bile…