Geçtiğimiz Çarşamba günkü yazımızda, geçirdiğimiz tırafik kazası ve sonrasında ilgili kurum ile yaşadığımız sıkıntıları dile getirmiş, kurumların hizmet ve sorun çözmede yeterli istekte olmadıkları, layüsel davranabildikleri ve vatandaşa az veya çok zorluk çıkarmalarından söz etmiş, tüm kurumlarımızın çek edilmesi gerektiğini yazmıştım.
Maalesef kamu kurumlarına muhatap olunca, her gün bir başka güçlükle karşılaşmak mümkün olabilmektedir.
Yaşadığımız olay henüz tazeliğini korurken, bir başka sorun le karşılaştık.
Hasarlı aracımız tamirci dükkanında beklerken ve bir yandan da olayla ilgili sorunları çözmeye çalışırken, aracın tamirine başlayabilmek için, vuku bulabilecek mahkeme ihtimaline karşı hasar tespiti yapılması gerekli idi.
Bir avukat kardeşimizle konuyu müzakere edip, ilgili mahkemeye başvurmak üzere dilekçemizi hazırlayıp bize verdi.
Bir önceki Cuma günü ilgili mahkemeye, gerekli harcı da yatırarak dilekçemizi verdik.
İlgili hakim kararından sonra keşif yapılacağını, araya hafta sonu tatili girmesi nedeni ile hafta ya Salı günü sabah arayıp kararı sormamızı söylediler.
Belirlenen gün ve müteakiben aramalarımız sonucu, kararın çıktığını altı gün sonra yani Perşembe günü öğrendik ve aynı gün mahkemeye gidip, kararı aldık.
Keşif ne zaman yapılabileceğini sorduğumuzda, bize bir ay sonraya gün verildiğini söylediler.
Verilen süre çok uzun idi ve bizim sorunumuzu çözmüyor, iyice zora sokuyordu.
Hasarlı aracımız zaten 15 günden beri tamircide bekliyordu. Buna bir ay daha eklersek, birbuçuk ay olacaktı ve aracın bu kadar beklemesi, hem bizim açımızdan hem de tamirci açısından mümkün değildi.
İlgili mahkeme kalemi ile konuyu bu minval üzere müzakere ettik ama sonuç alamadık.
Bırakınız bir ay sonrayı, bir hafta sonrası bile kabul edilebilir değildi.
Konuyu ilgili hakime hanımla görüşmek üzere oradan ayrıldık.
Hakime hanımın odasına gittik ve durumu izah ettik.
Verilen süreye kadar dolu olduğunu, araya da bayramın girmesinden söz ederek, erkene almanın mümkün olmadığını söyledi.
Bu kadar uzun bir sürenin, vatandaşın derdine derman olmayacağını, adaletin tecelli etmeyeceğini söyleyerek epeyce müzakere ettik.
O da haklı olarak, iş yoğunluğu ve doluluğunu gerekçe gösteriyor, personel yetersizliğine vurgu yapıyordu.
Konuyu Adalet Bakanlığına yazacağımı söyleyip huzurundan ayrıldık.
O kadar süre beklememizin mümkün olmayacağından hareketle, dilekçe verip keşiften vazgeçtiğimizi belirterek, elimiz boş olarak geri döndük.
Dolayısıyla muhtemel bir mahkemelik olma durumunda, aracımızın hasarı ile ilgili bir tespit ve delilimiz olmayacağından, bu ihtimalden de mahrum kaldık.
Görüldüğü gibi, gerek kurumların kendi imkansızlıkları ve gerekse diğer ihmaller nedeniyle, kurumlar sorun çözmede ve hizmette yetersiz kalmaktadır.
Şüphesiz herhalükarda vazife devlete ve devleti yürüten hükümete düşmektedir.
Bütün bu başımıza gelenleri basında ve sosyal basında neden yazdığım da bana zaman zaman sorulmaktadır.
Kamuya mal olmayan, kamu ilgili boyutu olmayan, özelimizle ilgili olan hiçbir meseleyi bugüne kadar yazmadım, yazmam, yazmadığıma da herkes şahittir.
Ancak bugüne kadar ve bugün yaşayıp yazdıklarımız özelimiz olmayıp, kamuyla ilgilidir ve özel olmaktan çıkmış, alenileşmiştir.
Peki kamuya mal olmuş yaşadıklarımızı niye yazıyorum?
1-Mevzu özel olmaktan çıkmış, alenileşmiş, kamu ile, kamu düzeni ile ve bu düzenin yükümlüsü devlet ve hükümet ile doğrudan ilişkili hale geldiği için.
2-Daha çok duyulması, geniş kitlelere yayılması ve böylece insanların haberdar olarak daha geniş hacimli kamuoyu oluşması.
3-Oluşan kamuoyu ile ilgililere ve sorumlulara ikaz ve manevi baskı, kamuoyu baskısı oluşması, ihmal ve tembellik yapanların bir nebze de olsa kendilerine çekidüzen vermeleri.
4-Sorumlu ve erdem sahibi yetkililerin harekete geçip, çözüm yolunda çaba sarfetmesi.
5-iinsanların bilmesi ve yaşamaları muhtemel bu ve benzeri olaylar konusunda önceden bilgi sahibi olup, alınabilecek tedbirlere hazırlıklı olması.
6- Sıkıntıların paylaşılarak azalması, sevinçlerinden paylaşılarak çoğalması için.
Peki yaşadığımız tırafik kazası ve emniyet boyutu, öncekİ Çarşamba günü basında ve sosyal basında yer alması ile bu amaçlar gerçekleşti mi?
4. Madde hariç tamamı gerçekleşmiştir. Sadece ilgili ve yetkililerden bir ses çıkmamıştır.
Peki yetkililer bunu duymamış olabilir mi? Elbette hayır! Zira hemen hemen tüm kurumlara mahalli ve umumi basına ait cerideler gitmekte, yetkililerce görülmekte veya kurumların ilgili basın sorumluları cerideleri inceleyip, kurum ile ilgili olan haberler amirlere iletilmektedir.
Buna rağmen neden harekete geçmemişlerdir?
İşte sıkıntı burada! Doğrudan kurum ismi vermediğimiz için( suçun ya da ihmalin şahsiliği pırensibine sadık kalmamamız ve bütün bir kurumu ve kurumları zan altında bırakıp, toptancılık yapmamak için), kimse üzerine almamakta, başına iş almak istememekte, iş yükünden kaçmakta, hesap sorup başının ağırmasını istememekte, sorduğunda nelerle karşılaşacağını, işin içine siyasetin de girebileceğini, başka yeni sorun ve sıkıntılarla karşılaşabileceklerini bildikleri veya tahmin ettikleri için.
Bütün kurumlar ya da kurum yetkili ve çalışanları böyle mi? Elbette hayır! Toptancılık yapmak haksızlık ve hukuksuzluktur. Elbette vazifesini tam yapanlar ya da yapmaya çalışanlar vardır ve sistem çökmüyorsa bunların sayesindedir. Onları tenzih ediyoruz.
Sonuç olarak, üzerine basa basa şunu her zaman söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. Herkes ama herkes, kamuya mal olmuş, kamu kurumları ile ilgili yaşadığı olumsuzlukları muhakkak paylaşmalıdır. Bulabildiği her iletişim imkanını değerlendirmeli, basında, sosyal basında ve her zeminde yazmalı, dile getirmelidir. İlgili kuruma, siyasetçilere, tepe mercilere ve Cimer’e yazma konusunda herkes çabalamalı, sessiz kalmamalıdır. Zira;”HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR.”
Ne kadar çok kişi tarafından yazılır, konuşulursa, o kadar daha çok etkili olacak, kartopu misali çoğalacak, kar tanesi iken, kocaman bir kar kürtüğü olacak, yetkili ve sorumluların kayıtsız kalmasını ortadan kaldıracaktır.
MAHALLENİN BİR TEK DELİSİ DEĞİL, BU KONULARDA, YANLIŞLIK VE HAKSIZLIKLARDA, TÜM SORUNLARDA HERKES DELİ!OLMALIDIR.
Atalarımız; “BİR ELİN NESİ VAR, İKİ ELİN SESİ VAR” atasözünü boşuna söylememiş, bize miras ve kılavuz olarak bırakmamıştır!