“Allah'ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbini hamd ile tesbîh et ve O'ndan bağışlama dile.
Çünkü O tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Sûresi. 1-3)
Yukarıda zikrettiğim ayetlerin veda haccında nazil olduğu rivayet edilir. Dikkat buyurunuz. Efendimizin (sav) 23 yıllık tebliğ mücadelesinin son safhası olan kesin zafer günlerinde nazil olmuş ayetler.
İslam’a savaş açan, tevhîdi inkâr eden Mekkeli müşrikler 23 yılın sonunda açık bir şekilde yenildiler. Arap yarımadasının siyasi ve ekonomik merkezi olan Mekke feth edildi. Kâbe putlardan temizlendi ve Cezîretu’l Arap kabileleri gruplar halinde gelip iman etmeye başladı. Arap Yarımadasında Müslümanların tek hâkim güç/devlet haline geldiği böyle bir zaman diliminde nâzil olan ilahî hükmü hatırlayalım. En güçlü olduğunda bile “Rabbini hamd ile tesbih et ve O’na istiğfar (tevbe) et.”
Gücü elinde tutanlar böbürlenmek yerine Allah’a çokça tevbe etmelidir. Çünkü sahip oldukları makam ve güç ateşten gömlektir.
*
İnsan nefsi düne ait olanı çabuk unutur. Merdiven basamaklarından tek tek yükseldikçe daha önce hiç görmediği yeni keşfettiği şeylere aldanır. Makam, gücü getirir. Gücün kuvveti, daha üst makamlara kapı açar. Üst makamlar şöhreti getirir. Şöhret de kalbin yara alması ve güç zehirlenmesidir.
İnsanların önemsiz ve hakir gördüğü bir kişi, ya “rahmet” ya da “mekr-i ilahî” sebebiyle makam sahibi olur. Onun için ârifler; âna aldanmayıp “akıbet hayr olsun” demişlerdir.
Rahmete dönük makamda, kişi ehil ve liyakatlidir. Oturduğu koltuğa, hizmet ettiği kuruma değer katar. Rahmetin genişliğine vesile olur. Sahip olduğu makamın gücünü hayra kullanır. Şöhretin âfât olduğunu bilir. Kalbinde Allah korkusu bulunur. Kalbi dünyevi güçten zehirlenmez. Kibir duygusu ona zarar veremez. Güçlendikçe yükseldikçe “ibâdullah”a karşı tevâzuu artar. İhtiyaç sahibine el uzatır. Davasında yâr olur, bâr (yük) olmaz. Bilir ki tüm makamlar geçicidir. Azîz ve Celîl olan Allah, kullarından dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltır.
Mekr-i ilahîye dönük makamda kişi, o makamın ehli değildir. Dünya sevgisinde haris ve doyumsuzdur. Ele geçirdiği makam koltuğuna yapışır. Kindardır. Omurgasızdır. Bir üst makama ulaşmak için gayr-i ahlaki her yolu dener. Yalan söyler, iftira atar, adam kayırır, münafık/ikiyüzlü olur. Hakka ve haklıya bakmaz. Haklıyı yüz üstü bırakır. Güce ve güçlüye itibar eder. Güçlü olanla işbirliği yapar. Entrikalar ardından kendisi de güce sahip olur. Sahip olduğu güçle şöhrete sahibi olur. Kalbine saplanan şöhret okuyla “güç zehirlenmesi” yaşar.
Makam ve güç turnusol kâğıdı gibidir. Belki de yağmur gibidir. Yağmur vazifesini yapar. Gökten yağmur yağınca dikenler de güller de sulanır. Yağmurun ardından zamiri “kaktüs” olan ağacın dikeni artarken, zamiri “gül” olan ağacın goncaları açılır da gül rayihası ortalığı kaplar.
İçinde kötülük olanın kötülüğü, iyilik olanın iyiliği artar.
*
Siyasette güç zehirlenmesi manen ölümcül bir hastalıktır. En berbat zehirdir. Gücüne aldanan gafil olur. Sadece kendi aklını beğenir, Kendini lâ-yus’el (sorgulanamaz) olarak görmeye başlar. Artık her şeyi en iyi bilenin kendisi olduğu vehmine kapılır. Kibirlenerek hatalarını görmez. İnsanları küçümser. Ehliyle istişare etmez, işini dalkavuklara sorar. Hakikati kendisine hatırlatacak mana dostlarını etrafından uzaklaştırır.
Kişinin kulluk yolculuğu tek hakikattir. Yolun başındayken Allah için yaptığı güzel ameller farkında olmaksızın kibir ve riya ile kirlenir. Salih amele “nefs ve şeytan” ortak olunca amel bâtıl olur. Âcizane halimle kardeşlerime hatırlatmak isterim. Allah, kendi dinini korur. Biz kendi Müslümanlığımızı, kalbimizi koruyalım yeter.
Hubb-u câh, (dünyalık makam hırsı) nefs-i emmâreyi en son terk eden kötü huydur. Ölene kadar peşini bırakmaz insanın. Ölmeden önce ölenler müstesnâ.
“Lâ havle ve lâ kuvvete ve lâ heybete ve lâ azamete ve lâ kudrete illa Billâh.”
Hakîki güç, kuvvet, kudret, heybet, azamet Allah’a aittir. Kullarına verdiği gücü her an geri almaya muktedir olan Allah’ın şânı ne yücedir.