Bugün, 17 Ağustos 1999 depreminin 25. yılı…
Aradan geçen yıllarda, depreme tam anlamıyla hazırlandığımızı söylemek mümkün değil, ne yazık ki…
Ancak yerel ve merkezi yönetimlerin gayret ve girişimleri de azımsanamaz…
Malum “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Bu cümleden olmak üzere, yıllar önce yine bu sütunlarda kaleme aldığım bir yorumumu yeniden paylaşayım istedim sizlerle…
Önce okuyalım, sonra diyelim son sözümüzü…
“Adapazarı, tarihinde izleri hiç silinmeyen depremler yaşadı bugüne değin…
Hepsinde telafisi zor olan can ve mal kayıpları oldu…
Her defasında halk olan biteni atıp bir kenara, hayat her şeye rağmen yaşamaya değer deyip yaralarını sararak geldi bu günlere…
Göçler meydana geldi, şehri terk edenler oldu, pişman olup geri dönenler girdi sıraya…
1943, 1967 ve 1999 yıllarında üç büyük afetle sarsıldı şehrimiz…
Son iki depremi saniyesi saniyesine yaşayan bir gazeteci olarak hatırlarım o günleri…
İlimiz her defasında yaralarını hızla sarmasını bildi…
Denilir ki “Eğer ders alınsaydı tarih tekerrür eder miydi…”
Sanırım buna uygun hareket edilmedi her üç deprem öncesinde ve dahi sonrasında…
Hal böyle olunca bir öncekini aratacak can ve mal kayıpları yönüyle yoğun depremler yaşamak zorunda kaldı şehrimiz…
Şehrin önemli caddeleri ve sokaklarında, semtlerinde yıkılan binaların enkazları altında binlerce insanımız deprem şehidi olarak hayatını kaybetti ve niceleri yaralandı, sakat kaldı…
Büyük depremi takiben “Bu şehir artık uzun süre ayağa kalkamaz” şeklinde sesler yükselmeye başladı…
Bu süre en iyimser ağızlarca 30-40 yıl olarak dile getiriliyordu…
Ama öyle olmadı ve yaralar tez elden sarılmaya başlandı…
Ve 10-15 sene gibi kısa sürede yeniden yaşanılır bir şehrin temelleri atıldı…
Her şeyin ötesinde deprem kuşağı üzerinde olan bir il olarak “Deprem değil binalar öldürür” gerçeğinden yola çıkarak geleceğimizi buna göre tanzim etmek konusunda bir ilahi uyarıydı aslında depremler…
Resmi kurum ve kuruluşlar yanında halkımızın da aynı anlayışı benimseyip aynı doğrultuda hareket etmesi artık yaşanılan bunca sıkıntıdan sonra kaçınılmaz hale gelmelidir…
O unutulmaz acılarla dolu gecede iki önemli anı kaldı belleğimde…
Ne zaman gelse yıldönümleri, o anlar gelir dikilir gözlerimin önüne…
Biri; Küçükosman, yani Kız Meslek Lisesi Sokağı’nda evimize komşu ahşap bir evde oturan ve ünlü müzisyen Taner Olcayto’nun akrabası olan yaşlı kadını gecenin zifiri karanlığında kalas yığını haline gelen enkazdan kurtarışımız…
Diğeri ise; “Kıyamete yakın dahi olsa ağaç dikiniz” anlayışından kaynaklanan ve bir çiçekçiden savrulmuş küçük çam fidesini alıp PTT binasının karşısındaki bulvara dikmem olur…
Çoluk çocuk evden çıkıp sokak içerisindeki Rehberlik Araştırma Merkezi bahçesine doluşmuştuk…
Karanlık ve soğuk bir geceydi…
Eve üzerimize bir şey almak için girmek istedim…
Yer yer artçı sarsıntılar devam ediyordu…
İtirazlara rağmen eve girip çıktığımda bitişikteki ahşap binanın karanlık bir yığın haline geldiğini gördüm…
Önünden geçerken cılız bir ses “Allah” diyordu…
Sordum “Kimse var mı” diye…
Cevap veren olmadı…
Tam ayrılıyordum ki yine aynı ses…
Döndüm, karanlıktan bir şey görülmüyordu…
O sırada sokakta ellerinde fener olan üç genç belirdi…
Durumu anlattım, yardım istedim…
İki katlı ahşap ev yerle yeksan olmuş, sürekli kadına çağrıda bulunmama rağmen ses gelmiyordu…
Bir an öldüğünü düşündüm…
Çocuklarla ayrılmaya karar vermiştik ki aynı ses “Allah” diyordu…
Başladık tahtaları kaldırmaya...
Ama bir türlü kadına ulaşamıyorduk…
Nitekim uzun bir uğraştan sonra yaşlı kadının tozlu topraklı saçları elime geliverdi…
“Kurtaracağız seni korkma, konuş bizimle” dememize rağmen sessizliğini koruyordu…
Bir türlü kollarından çekip çıkartamıyorduk…
Meğer ayağı iki kalasın arasına sıkışmış ve kırılmış…
Neden sonra çıkarıp onu da bahçeye almıştık…
İki sene sürekli beni aradı, sonra da sesi soluğu kesildi…
Öte yandan ne zaman bulvardan geçsem, 20 yaşına varan o çam ağacının altına oturur, kısa bir sohbette bulunurum…
Bu iki olay gelince aklıma hatırlarım asrın afetini, bütün acılarıyla hissederek içimde…
Evet, tarihin tekerrür etmemesi ve “Deprem değil bina öldürür insanı” sözünün sırrına erip yaşamak için aklımızı kullanmanın kaçınılmaz olduğunun bir kez daha altını çizmek isterim…
Geçen hafta cuma gecesi işte unutulmaz gecenin anıları tazelendi slayt eşliğinde…
Konuşmalar yapıldı, vefat edenlerin ruhlarına Kur’an-ı Kerim tilavet edildi…
Ama şurası muhakkak ki her geçen sene bu geceler önemini yitiriyor…
İsterim yitirse de önemini böylesi geceler, deprem gerçeği unutulmasın ve yaşantımız daha sağlam temeller üzerine kurulsun…
Binlerce kişinin canından, bir o kadarının da malından olduğu, asrın afeti olarak tarihe geçen 17Ağustos 1999 gecesi üzerinden yıllar geçip gitse de, depremzede gönüllerde bıraktığı derin izlerin unutulması, mümkün değil asla…
Her yıl dönümünde Kent Meydanı’nda çeşitli anma etkinlikleri düzenlenir...
Bu defa Büyükşehir Belediyesi, o gecenin ruhuna uygun bir programla, deprem şehitleri adına okunacak Kuran’ı Kerim ve indirilen hatimler sonucu yapılacak dualarla, yitirdiğimiz binlerce insanımızın bir kez daha hatırlanmasına vesile olacak…
Bu doğrultuda hazırlıklar devam ediyor…
Biz o korkunç gecede hayatlarını yitiren deprem şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anarken; böyle anlamlı bir program hazırlığı içerisinde olan Büyükşehir Belediyesine kolaylıklar, acılı ailelere ise sabır diliyorum…
Fotoğraf: Sosyal Medya