Motto olarak kullanılan “coğrafya kaderdir” sözü İbn-i Haldun’a (1332-1406) atfedilmesine rağmen, eserlerinde böyle bir söz bulunmaz.
Sebepler/suretler âleminde zuhur eden mutlak kaderin milyonlarca bahanesinden biridir insanın doğduğu topraklar. Kader, Allah’ın takdiridir. Coğrafya kader değildir.
Coğrafyanın kader olduğunu düşünen zihin yapısında “bizden adam olmaz” kafası da yatar. Söz, genellikle gelişmemiş ülkeler veya Müslüman coğrafyalar için kullanılır. Afrika’da açlık ve sefaletten dem vuranlar peşinden hemen ekler. Coğrafya kaderdir…
Ortadoğu, Avrupa coğrafyasıyla kıyaslanıp kötülenecekse ardından da eklenir. Coğrafya kaderdir. Ne yapalım işte…
*
Coğrafya kader olsaydı, bırakın coğrafya konuşmayı, aynı mahalle, aynı sokak, aynı apartmanda oturan kimselerin hayat standartlarının da (kaderlerinin) aynı olması gerekirdi. Aynı sokakta bulunan iki evden biri kâşâne iken diğeri virâne olabilir. Rızıkları taksim eden de Allah’tır, coğrafya değil.
Cape Town’dan Amsterdam’a elmas ihraç eden dolar milyarderi siyahîler olduğu gibi, dünyanın finans merkezi Manhattan Wall Street sokaklarında sefalet çeken homeless beyazlar da var. Coğrafya kader olsaydı, ABD’de evsizler olmazdı. Mısır’ın başkenti Kahire’de askerî zümre saltanat sürerken, fakir halk gettolarda, mezarlıklarda yaşıyorsa coğrafya kader değildir…
Hadi bir örnek daha verelim. Coğrafi olarak son yüzyıla kadar Basra Körfezi kıyısındaki Kuveyt çöl kumlarından ibaretti. 1936 yılında petrol bulundu. 1946’da ihracata başlayan Kuveyt dünyanın en zengin ülkesi oldu. Eğer coğrafya kader olsaydı, Kuveyt tarihiyle ilgili iki tane kaderden söz etmemiz gerekirdi. Petrol öncesi kader, petrol sonrası kader…
Kader, coğrafyayla, zaman ve mekânla değişen bir kavram değildir. Coğrafi sınırların geçişkenliği ve insanlığın tarih boyunca göç ederek yer değiştirmesi coğrafyanın kader olmadığına delildir. Coğrafya değişir, kader değişmez. Aynı coğrafyada yüzbinlerce farklı kader vardır.
Kader, hiçbir değişken olmaksızın Allah’ın kulu için yazmış olduğu değişmez hakikattir. Yaratıcı olan Rabb’in, yarattığı kula -keyfe mâ yeşâ- dilediği şekilde tasarruf ederek takdir ettiği ömür, kaderdir.
*
Coğrafya kader midir? Sorusu depremlerde yıkılan şehirlerle birlikte tekrar gündeme geldi.
“Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler. Kendileri başkalarına vermek için ölçüp tarttıklarında ise haksızlık ederler (eksiltirler). Onlar, o büyük gün -insanların âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacakları gün- için diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı?” (Mutaffifîn Sûresi. 83/1-6)
Ülkemizdeki depremlerde binaların kolayca yıkılması, zemin katlarındaki dükkânları genişletmek için kesilen kolonlar, maliyeti düşürmek için azaltılan demir oranı, kullanılan deniz kumu, kalitesiz çimento vs. kader değil; düpedüz hırsızlıktır. Akıl mertebesindeki kulun vazifesi işini düzgün yapmak, tedbir almak, sonra tevekkül etmektir.
*
Kader sırlardan bir sırdır ki, Allah Rasûlu (sav) bizleri kader konusunda konuşmaktan men etmiştir.
Hz. Mevlâna, kulun kader karşısındaki durumunu Mesnevî kitabında gergef örneğiyle anlatır. Kasnakta gerilmiş kumaşa terzinin iğnesi batar/çıkar da kumaşın gıkı çıkmaz. Kumaş iğneye teslim olmuştur. Kumaş biziz, iğne kaderimizdir.
Allah’ın “insanlık kaderi” hakkındaki hükmü, dünyanın yaratılması ve insanın dünyaya sürgün edilmesidir. Bu anlamda kaderimiz, sonradan gönderildiğimiz coğrafyanın elinde değil, ruhlar yaratılmadan önce bizleri yoktan var ederek kaderimizi yazan Allah’ın kudret elindedir.
Kader okları insanın üstüne doğru gelirken; akla/göze perde iner, akıl/göz bağlanır. Allah’tan kaçamazsın. Kaçmak istesen de kaçtığın yön yine de Allah’tan Allah’adır. Cüz-i irade, kapısı kilitli kafesteki kuş gibidir. Kafes içinde cüz-i iradeyle ne yana dönerse dönsün, yine de sahibinin iradesi altındadır.
İnsan/kader ilişkisine göre -akıl cihetiyle- cüz’i irade vardır. Oysaki âlemde var edilen cüz’i iradelerin tamamı, külli iradenin “kudret” elindedir.
Bu sebeple Ahmed Âmiş Efendi: “Bizler zahirde muhtar, hakikatte mecburuz” dedi.