Az bir zaman değil; nereden baksanız 25 senemiz, çocukluğumuz, gençliğimiz Hüseyin abinin yanında geçmiş...

Yanlış söz ettik, Selim Gündüzalp diyelim de tescilli ismini kullanmayalım...

Bakarsınız soy ismini kullanınca uzak ellere malzeme oluruz!
Neyse mevzuu dağıtmayalım…

Tam bir kitap aşığından bahsediyoruz…

İlk dergiye geldiğimden bu güne kitap bizim dünyamızda ekmek-su gibiydi…

Kolay kolay kimse dokunamazdı raflardaki kitaplara…

İstediğin yere kaldıramazdın, alıp bakamazdın abiden izinsiz…

Fena haşlar, “Git önce Risale oku” diye fırçayı basardı…

Kitap ile yattık, kitap ile kalktık…

Ama nasıl olsa Hüseyin abi okuduğu için bize dinlemek kolay geldi…

Her tarafı kitapla dolu kitap cahili olarak kaldık...

Kıymetlisiydi kitaplar onun…

Korur, kollar, sağ sola dağıtılmasına izin vermezdi…

Bilirdi oradaki her bir kitap hayırseverlerin çoluk çocuğundan kıstığı paralarla alınmıştı…

O emanetçi idi…

Sadıktı davasına ve emanetine…

Ümmet adına emanetçiydi…

Yani öyle, “Bu kitapları ben aldım, ben para verdim, benim kitaplarım” mantığıyla değildi o kitaplara sahip çıkışı...

Zaten bir raf olsun kendi kitabı yoktu dergide…

Emanetine sahip çıkılacağını bilen hayırseverler için onun bu özeni, bu ihtimamı yeterliydi…

Her bir kitabın hikâyesi vardır Hüseyin abide…

Yukarıdaki resimlere bir bakın hele!

Kitapları o raflara koymadan evvel kim bilir kiminle arşınladı sahaf sokaklarını, kaç araba, kaç vapur kaçırıldı o kitaplar yüzünden…
Kitap için koşuşturmalar, kaçan arabalar, uyuşan eller, aç karınlar, saatlerce ayakta beklemeler…

Hâsılı Hüseyin abiyle kitap almak demek, askerlik yapmak gibidir, zahmeti zor, hatırası bol olur…

Abiyle kitap almaya giden her arkadaş akşam kitap kadar hatıralarla gelirdi dergiye…

Öyle kolay kolay dolmadı o raflar…

Her bakanın bir hatırası vardır her bir kitapta...
İlim önemlidir, şeytan için en sıkıntılısı ilim ehlidir…

Kitaplar korur kollardı manamızı, davamızı…

Bakmayın raflardaki tozlara!

Kitapla büyüdük biz; çok okumasak da!

Ama Zafer Dergisi demek her odası kitap dolu bir saray demekti…

Adımını atan, kafasını uzatan herkes Zafer’in tozlu, rutubetli kitap dolu odalarını hiç unutmamıştır...
Kitap demek Zafer Dergisi demekti…

Zafer Dergisi denilince kitaplı odalar gelirdi akla…

Kitabın enerjisi başkadır, insanı aydınlatır, baktırmaz tozuna…

Aşağıdan yukarıya, yatağın ucundan ayakucuna, oturduğun yerden gözünüzün gördüğü her yer kitaptı…

Zaten abimiz de kitaptı, Zaferimiz de…

Şimdi her rafa gözümüz iliştiğinde sahaf maceraları gelir aklımıza, yokuş yukarı elde poşet poşet kitap, söve söve, yeter diye diye büroya atmaya çalışırdık kendimizi…

Kan ter içinde hem de!

Hüseyin abinin kitap gazabına uğrayan herkes bilir, o raflardaki kitapların ne demek olduğunu…
Tabii burada kitabın hikâyesini anlatacaktık, önemini değil…

Eski günleri de yâd etmeyecek, seneyi devriyesine de rahmet okutmayacaktık…
Mevzu şu ki, artık o kitaplar yok!

Demem o dur ki abimizle soy isimden başka bir benzerliği olmayanlar, bir gece ansızın çoluk çocuğun rızkıyla alınan kitapları kendi malları belleyip alıp götürmüşler dergiden!

Okuma aşkları mı depreşmiş ne!
O rafları boşaltmakla abimizin hatıralarını süpürebileceklerini sanmışlar…

Ama tozunu bırakmışlar bize…

Olsun, biz tozu toprağıyla o kitapları o raflara getirdik…

Beyhude yorulmasınlar!

Hiçbir kıskançlık çalamaz hatıralarımızı...

Kimilerinin sadece abi dediklerine biz hem abi dedik, hem baba dedik, hem hoca dedik, hem kardeş dedik…

Yani birilerin tek ağabeyleri vardı, o da gitti…

Bizimse bütün dünyamız gitti!

Bir kitapları kalmıştı, şimdi onlar da gitti!

Ama kalbimiz yerinde, hatıralarımız aklımızda hala çok şükür…

Biz kitapperest değiliz; manayı alır, işimize bakarız…

Bunu bize sizlerin hiçbir zaman öğrenemediği ağabeyiniz öğretti…

Bu mananın, bu öğretinin içini iki rafla boşaltamazsınız...

O kitaplar sırça köşklerde değil Zafer’de kitaptır, Zafer’le kitaptır…

Bizim için onlar hayat hikâyesidir…

Ancak ekmek sarmaya yarar bu saatten sonra o kitaplar…

Gerçi o işe de yaramazlar ya, neyse!

KİTAPLAR SİZİN, HATIRALAR BİZİM OLSUN!