Güzel bir Adapazarı sabahı…

Şehirde ufuk turuna çıkmışım…

Temiz havayı ciğerlerime dolduruyorum…

Karaağaç Bulvarı’nın oralarda telefonum çaldı…

“Ne yaparsan yap, ne yazarsan yaz, sen Zeki Toçoğlu’nun adamısın! Şehirdeki algı bu yönde” dedi ve kapadı telefonu…

Haydaaaaa!

Kardeşim zaten vesveseli adamım, bana söylenecek laf mı şimdi bu!

Hemen kıvranmaya başladım tabii…

İçim içimi yiyor…

Bu haftanın yazı konusu çıktı diye de seviniyorum bir yandan…

Karaağaçdibi’nde başladım yazıyı yazmaya kafamda, Yeni Cami’nin oralarda bitirdim…

Çeşitli kanallardan hakkımdaki muhtelif iddialardan haberdar olan birisiyim…

Her yerde gözüm kulağım vardır…

Bu meyanda hayli sağlam bir istihbarata sahibim…

Tahminlerin de ötesinde bir bilgi ağım bulunuyor…

Bilhassa “Şunun adamı, bunun adamı, falancanın kalemi” nevinden söylentiler sıklıkla kulağıma gelmekte…

O kadar çok kişinin adamı oldum ki bugüne kadar zaman zaman kimlik bunalımı bile yaşıyorum…

En çok kullanılan argüman ve de en güçlü söylem şüphesiz ki “Toçoğlu’nun adamı” söylemidir…

Bu başlıkla ilgili biraz kapsamlı açıklama yapmak durumundayım haliyle…

Doğrudur, ben Zeki başkanı çok severim…

Hatta pek çok severim…

“Kıymetli büyüğüm” diye hitap ederim kendisine…

Bu tamamen insani bir sevgidir…

2010’lu yıllarda Yenihaber gazetesinde çalışırken başlamıştır kendisine olan muhabbetim…

Yani o zamanın koşullarıyla değerlendirirsek şartların en zorlu olduğu ortamda uyanmıştır Toçoğlu sevgisi içimde…

Mert adam, dürüst adam, düşündüğünü pat diye söyleyen dobra bir adam izlenimi uyandırmıştır bende Zeki başkan…

Konuşmalarından, tavırlarından sempatik ve babacan bir insan olduğunu anlamışımdır…

Gel zaman git zaman siyasi düşüncelerimiz de örtüşünce Toçoğlu’na olan bağlılığım ve ilgim artmaya başlamıştır…

Evet, kendisi hakkında övgü dolu birçok yazı kaleme aldım…

O kadar çoktur ki bu yazılar, arka arkaya dizsek buradan köye yol olur…

Lakin kendisi hakkındaki en ağır tenkitleri de ben yapmışımdır…

Bu tür yazılar bir elin parmaklarını geçmese de ağır içerikli yazılardır…

Bu yazıları okuyanlar hiçbir zaman hayretlerini gizleyememiş, adeta küçük dillerini yutmuşlardır…

Hem Toçoğlu’nun adamı olup hem de böylesi ağır eleştiriler yapmam neticesinde birçok insanın beyin devreleri yanmıştır…

Ben başkan beyi severim ama seviyor olmam onu eleştirmeyeceğim anlamına gelmez…

İyi işlerini överim, kötü işlerini yererim…

Övgüde de bir ölçüm ve sınırım yoktur, eleştiride de…

Abartılı yorumlar yapan, aşırı dozda cümleler kuran ve uçlarda yaşayan bir insanımdır…

Lafı eveleyip gevelemem…

Ne şiş yansın ne kebap türünden yazılar yazmam…

Benim tarzım budur…

Başkan beyle 2010’lu yılların ortalarında başlayan yakınlaşmamız bugün itibariyle 8. senesine girmiştir…

Bu süre zarfında Zeki başkan şahsi telefonumdan beni sadece 1 (bir) kez aramıştır…

Evet, sadece “bir” kez…

O da 2014 seçimleri öncesinde yeniden aday gösterildiğini haber vermek için…

Bunun haricinde Zeki başkan beni hiçbir zaman aramamıştır…

Yıllar içinde yakınlarımı kaybettim, hastalandım, yataklara düştüm, ameliyat oldum, çocuğum dünyaya geldi; hiçbirinde Zeki başkan beni bir kez bile arayıp sormadı…

Ne acılarımı paylaştı, ne de sevincime ortak oldu…

Bir kez olsun baş başa bir yemek yemişliğimiz, bir çay içmişliğimiz yoktur kendisiyle…

Ya bir program vesilesiyle karşılaşmışızdır ya da röportaj yapmak için bir araya gelmişizdir…

Örneğin son 2,5 aydır yüzünü dahi görmemişimdir…

Evine hiç gitmemişimdir…

Makam odasında hiç baş başa bir görüşmem olmamıştır…

Şimdi soruyorum sizlere, böyle mi olur başkanın adamlığı?

Hakkında yüzlerce yazı yazmışımdır da bir kez olsun “Şu şöyle olmuş, bu böyle olmuş” dememiştir…

Ne teşekkür etmiştir, ne de tenkit etmiştir (Ki doğru olan da budur)…

Tüm bunları sitem etmek babında yazmıyorum, amacım hakikatin gün yüzüne çıkması…

Sanıyorlar ki başkan beyle can ciğer kuzu sarmasıyız, sabahtan akşama beraberiz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor!

Yok böyle bir şey…

Son bir şey daha…

Kimse kusura bakmasın bunu söylemeden geçemeyeceğim…

Çünkü bu meyanda da çok konuşmalar ve imalar geliyor kulağıma…

Toçoğlu’nun adamı diye bilinen ve de sürekli başkan beyin etrafında gezinen, ismi onunla birlikte anılan insanları şöyle bir inceleyin…

Bakın bakalım içlerinde benim kadar çulsuz bir adam var mı?

Velhasılı kelam benim başkan beye olan sevgim tamamen uhrevi bir sevgidir, dünyevi değil…

Makamı mevkii dolayısıyla da değil…

Zira ben bugüne kadar başkan beyden tek bir istekte, tek bir ricada dahi bulunmadım…

Hiçbir şey istemedim kendisinden…

Hiçbir konuda kapısını çalmadım…

Başta da dediğim gibi iyi işlerini överim, yanlış yaptığını düşündüğüm hususlarda da kendisini eleştiririm…

Ve üstüne basa basa vurguluyorum ki kendisine duyduğum bu sevgi tek taraflıdır; aynı ilgi ve muhabbeti karşı taraftan hiçbir zaman görmemişimdir…

En ufak bir ayrıcalığa, en ufak bir jeste maruz kalmamışımdır bugüne kadar…

Tırnak içinde söylüyorum, en ufak bir kıyağı olmamıştır bana…

Böyle olmasının bir ziyanı da yoktur ayrıca…

Ben sevgisine ve ilgisine karşılık bekleyen insanlardan değilimdir…

Gelelim diğer teorilere…

Benim için zaman zaman Ali İnci’nin adamı da derler…

Kendisinden ve icraatlarından sürekli övgüyle bahsettiğim, hakkında haberler, röportajlar falan yaptığım için böyle düşünürler…

İyi de bir insanın hem Zeki Toçoğlu’nun hem Ali İnci’nin adamı olması diye bir durum söz konusu olabilir mi?

Eşyanın tabiatına aykırı yahu!

Sadece bu örnek bile yapılan yorumları çürütmeye yeter…

Geçmişte sık sık röportaj yaptığım ve iyi ilişkiler içinde bulunduğum için Ali İhsan Yavuz’un adamı da olmuşumdur…

Aynı şekilde Ayhan Sefer Üstün’ün adamı da…

Bir dönem birlikte çalıştığım ve hakkında birçok övgü dolu yazı kaleme aldığım için CHP Milletvekili Engin Özkoç’un adamı da olmuşumdur…

Hem AK Partili, hem de CHP’li vekilin adamı olmak her kula nasip olmaz herhalde!

Yusuf Alemdar’ın adamı, Muhammet Durmaz’ın adamı, Cemal Kamacı’nın adamı, Ergün Özkan’ın adamı, Ali Dünya’nın adamı, Vahit Serbes’in adamı, Erdal Taşkın’ın adamı, Ergün Atalay’ın adamı, Zeki Aydıntepe’nin adamı, Melih Uyar’ın adamı, Zafer Tokuş’un adamı, vesaire vesaire…

Hacıların adamı, hocaların adamı, sağcıların adamı, solcuların adamı falan filan…

Liste uzayıp gidiyor böyle…

Derin Devlet’in adamı diyeni bile duydum!

Şimdi hemşehrim…

Ben doğru bildiğini her şartta ve her ortamda söyleyip yazan, aynı şekilde yanlış bildiği hususlarda da her şartta ve ortamda dilediği gibi ve özgürce kalem oynatabilen bir adamım…

Benim kimseyle göbek bağım yok, kimseye de bir diyet borcum yok…

Bu yüzden eleştiremeyeceğim, hakkında müspet veya menfi kelam edemeyeceğim tek bir Allah’ın kulu yok bu şehirde…

Ama yine de çok merak ettiğiniz için ve biraz da tatmin olun diye kimin adamı olduğumu açıklayacağım size…

Şimdi sıkı durun…

İtiraf ediyorum ki ben Deli Hasan’ın adamıyım…

Bütün talimatları ondan alıyorum…