Sondan başa doğru yazalım.

Türkiye son tahlilde batılı bir ülke ve devlettir.

Attila'nın Hun akınlarına kadar gitmeye gerek yok, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri bal gibi batılı uygarlıklardır.

Türkiye, Cumhuriyetle batılılaştı sanmak herşeyden önce Sultan Fatih'e, Mimar Sinan'a, yıkılmasın diye minare ekleyip ayakta tuttuğumuz Ayasofya'ya, Avrupa'nın her yerinde birer mücevher gibi ışıldayan eserlerimize hakarettir.

Türkiye son bin yılını hem Batının kültürel temellerinin coğrafyası olan Anadolu'da hem de Viyana'ya kadar Avrupa'nın içinde geçirmiştir. Üstelik değer taşıyıcı, değer koruyucu, yeni değerler inşa edici olarak.

Krallarının birbirlerine ettiği zulmü padişah dedelerimizin durdurduğu günleri unutmayalım.

Batının Hristiyanlığı bizim Müslümanlığımız yüzlerce sene beraber yaşayabildi de şimdi ne oldu?

Bir Fransız horozunun erken ve akortsuz ötüşüyle Tayyip Erdoğan'la ilgili öfke ve korkunun ne dereceye vardığını gördük.

Türkiye'nin Batıyla imtihanı kadar Avrupa'nın kendi değerleriyle imtihanı da söz konusudur.

Çok değil, yüzyıl evvel, "Avrupa'nın Hasta Adamı" denilen Osmanlı, başta fakir ve nüfusu kırılmış, güçsüz ve yorgun fakat şimdi para kazanmayı, harcamayı öğrenmiş, yetişmiş insan kaynağı ve genç nüfusunun fazlalığıyla göz dolduran bir Türkiye doğurdu.

Peki Batı ne doğuracak? "Avrupa'nın Hasta Adamı" olma sırası yoksa şimdi Avrupa ülkelerinde mi? Sömürü ve ikiyüzlülüğün iyi bir ebe olmadığını hâlâ öğrenmedi mi Batı? Zulmün gürbüz çocuklarının hayırsız evlatlar olduğunun farkında değil mi? Yaşlandığını ve koltuk değnekleriyle bile zor yürüdüğünü görmediğimizi mi sanıyor?

AKPM'nin son kararının sadece demokrasi, özgürlükler ve hukuk kelimeleriyle izahı safdillik olur.

Eksiğimiz vardır, yoktur, değişir, düzelir, AB'ye gireriz, girmeyiz, AB kendi dağılır, toplanır, bunlar ayrı meseledir, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik olarak durdurulmaya çalışılması ayrı meseledir.

Avrupa'nın terör, 15 Temmuz darbe girişimi, referandum ve yeni hükumet sistemi sürecinde demokrat ve tarafsız bir tutum takınmadığı ortadadır.

Suriye, Esad, Mısır ve Sisi deyince miyop Avrupa'nın gözleri konu Türkiye ve Erdoğan olunca neden felfecir (velfecr) okuyor acaba?

Anlaşılan o ki, Türkiye ve Erdoğan, kıymetini sonra anlayacağımız bir bilek güreşinde Avrupa'yı çok ama çok zorlamaktadır.

Bize düşen, Türkiye'nin elini güçlendirmektir. Erdoğan'ın elini güçlendirmektir.

Nasıl olacak bu?

15 Temmuz'da meydanı nasıl boş bırakmadıysak, 16 Nisan'da sandıkları nasıl boş bırakmadıysak, eğitimde, sağlıkta, kültürde, bilim ve sanayide, insan hakları ve özgürlükler alanında da Avrupa'nın şom ağzına laf vermeyecek biçimde çalışacak ve ilerleyeceğiz.

Diyelim ki, Batı, bu mücadeleden sıkıldı, ben sizin fakir mülteci sorunlarınızla mı uğraşacağım, hadi bana eyvallah, dedi ve Avrupa atladı füzelerine toptan Mars'a taşındı. Alın sizin olsun Avrupa, dedi. Nesi var nesi yoksa anahtar teslim bıraktı gitti.

Ne yapacağız? Fabrikalarını işletebilecek miyiz? Okullarını, kütüphanelerini, müzelerini daha kaliteli bireylerle doldurabilecek miyiz? Teknolojisini ilerletebilecek miyiz? Şehirlerinin düzenini, çevresini, tabiatını koruyabilecek miyiz? Avrupa'yı güzelleştirebilecek miyiz?

Cevaplamamız gereken soru budur.

Daha önce cevapladığımız bir sorudur bu. Tarih bu soruya verdiğimiz şahane cevaplarla doludur.

Avrupa bizsiz yapamaz. Biz Avrupasız yapamayız falan demiyorum. Biz Batı'nın da, Avrupa'nın da ta kendisiyiz. Dünyanın eskiden beri tam ortasındayız. Dünyanın merkezi biziz.

Türkiye ve Erdoğan, Avrupayla bilek güreşini kazandığında, bu galibiyet hem bize hem Batıya hem de bütün dünyaya ne kazandıracak? Çalışacağımız ders budur.

Sadece Türkiye ya da sadece Doğu'nun mazlum halkları için değil Avrupalılar ve Batı dünyası için de çalışmalıyız bu derse.

Kolay değil ama başaracağız.

Batı'ya minare ekleme sorumluluğumuzu yerine getireceğiz.

Ayasofya'yı yıkılmaktan nasıl kurtardıysa eklediğimiz minareler, Batı'yı da yıkılmaktan öyle kurtaracaktır, dimdik ve dosdoğru minarelerimiz.

İşimiz o minareleri dikecek Sinan'lar yetiştirmektir.