Değerli okurlar.
Hiç kuşkusuz ilimiz Sakarya, Kafkaslardan Balkanlara yayılan Osmanlı kültür mirasının hâlen canlı olarak yaşadığı Anadolu topraklarındaki müstesnâ kültür havzamızdır. Konumuz Balkan göçmenleri olduğu için Kafkasları yazmayacağım.
Konu, Müslüman kimlik olunca; zaten Balkan ve Kafkas kaderi aynıdır. Balkanlar dediğimde siz Kafkasları da içine alan “Mavi ve Geniş Vatan Mefkûremizi” ve ortak kaderimizi anlayınız lütfen.
Balkan topraklarından göç etmiş olan Arnavut bir ailenin evladı olarak Osmanlı’nın yıkılış sürecinde yaşanan trajik Balkan göçleri ve günümüze yansımalarını ara sıra bu köşeden sizlerle paylaşıyorum.
Devletin makro tarihini oluşturan kaynakların en önemlisi; “Muhacerat ve Göçler” ana başlığı altında muhacirlik yaşamış göçmen ailelerin bizzat yaşadıkları, bire bir şahit oldukları hafızalarında derin izler bırakan toplumsal olaylardır.
Devletin makro tarihi, mikro (aile) tarihlerle beslenir. Özellikle belirtmek isterim ki, 1878 Osmanlı Rus Savaşı akabinde Balkanlarda yaşanan büyük insanlık trajedisinin gerçek boyutları henüz anlatılmış, yazılmış değil. Yüz yıl süren trajedinin filmleri henüz yapılmadı. Kitapları, romanları henüz yazılmadı. Oysaki şimdiye kadar Balkan göçlerini anlatan yüzlerce film çekilmeli, yaşayan şahitlerin diliyle belgeseller hazırlanmalıydı.
Hiç mi yok? Elbette birkaç belgesel var lakin onlar da resmî tarihin gölgesinde hazırlanan devrim kanunlarına uygun Atatürk merkezli çalışmalar olmuş. Hüzünlü gerçek tarihimiz, tek taraflı hazırlanmış tarihin dehlizlerinde kaybolmuş durumda…
Göçmenler, planlı uygulanan tehcirler öncesinde doğdukları ata topraklarında efendi olarak yaşıyorlardı. Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte başlayan göçler sonucunda azınlık kalan Müslümanlar, (Türk, Arnavut, Boşnak, Pomak, Torbeş, Çerkes, Abhaz, Çeçen, Gürcü vs.) Osmanlı bakiyesi milletler; Sırbistan, Makedonya, Yunanistan ve Sovyet Rusya devletleri tarafından yurtlarından kovuldu. Müslüman milletlerin maruz kaldıkları, çoluk çocuk bizzat yaşadıkları zulümler sonucu revan oldukları göç yolları hep Payitaht İstanbul’a ulaştı.
Rumeli, Batı Trakya veya daha geniş ifadeyle Balkan topraklarından Sakarya’ya gelen yoğun göçler 1950-1960 yılları arasında yaşandı. Göçlerin üzerinden ancak otuz yıl geçtikten sonra “ürkek” adımlarla şehrimizde kurulan STK’lar, göçmen dernekleri kültürel motifler içeriyordu.
Belediyelerin seçmenlerini küstürmemek için baştan savma kabilinden desteklediği yılda bir kez yapılan göçmen kültür gecelerinde; börek, pita, flija üzerinden yöresel mutfak lezzetleri tanıtılır. Sonrasında folklör ekibi yöresel birkaç dans eder, birkaç Rumeli türküsüyle gece sona erer.
Göçmenler, “katılım sağlayarak geceye teşrif eden, kendilerini onore etmiş bulunan” Belediye Başkanlarıyla birkaç fotoğraf karesinde görünürler basına yansıyan fotoğraflarda… Sonrasında unutulurlar… Seneye Allah Kerim.
Hangi partiden olursa olsun belediyelerin suçu yok. Başkanlar seçmenlerin ruhlarını kucaklamak, kalplerini kazanmak yerine “oy deposu” olarak gördükleri göçmen taleplerine demokratik endişeyle cevap verirler. Lakin göçmen derneklerinin daha derinlikli projeler üretmeleri gerekir. Ata toprakları; börekle, türküyle savunulmaz.
Ülkemizin menfaatleri açısından Balkan stratejimiz üzerine projeler üretmeden, kafa patlatmadan bu iş olmaz. Balkan göçmenleri kendi davalarına sahip çıkmazsa o topraklarla aile ilişkisi olmayan, göçün acılarına şahit olmayan, bölgeye yabancı olan başka milletlerden hiç şikâyet etmesin.
Sakarya’daki göçmen derneklerinin siyasi ağırlığı neredeyse yok denecek kadar az. Bu durumun sosyolojik olarak birkaç sebebi var.
İlki: Balkan göçmenleri göçün getirdiği eziklik ve fakirlik içinde hayata tutunmak, çoluk çocuğuna yeni bir hayat kurabilmek için ya zanaate, ya da ticarete yöneldiler. Toprakları yoktu. Devlette dayıları, tanıdıkları yoktu. Helal lokma için yapabilecekleri en iyi şey el emeğiyle çalışarak para kazanmaktı.
İkincisi: Cumhuriyetin ikinci yarısında göçmen olarak Türkiye’ye gelen babalarımızın Türkçesi bile yoktu. Sırpça aldıkları eğitimin burada karşılığı yoktu. Yeni nesiller doğana kadar Türkiye’de diplomasız, eğitimsizdiler. Türkçe lisanıyla çat pat konuşmayı –duyarak- sokakta öğrendiler. Doğal olarak uzun yıllar kendi içlerine kapandılar.
Üçüncüsü: Ateizmin hedeflendiği Sosyalist/Komünist Yugoslavya rejiminden geldikleri için, tabiri caizse Türkiye’de “devletin çeşmesinden su dahî içmediler.” Yugoslavya’nın ezerek sindirdiği göçmenler, kendilerini yabancı hissettikleri yeni ülkedeki Türk siyasetinden de uzak durdular. Haliyle Türkiye’de yaşadıkları devlet korkusu sebebiyle devlet kadrolarından da uzak durdular. Hatta ilk jenerasyon çocuklarını da uzak tuttular.
Dördüncüsü: Göçmenlerin dernekleşme amacı terk ettikleri vatan topraklarının kokusunu, hatırasını yaşatmak için bir araya gelmekten ibaretti. Dolayısıyla, Balkan göçmenleri sadece kendi geldikleri köy, kasaba veya şehirleri merkeze alan dernekler kurdular. Tüm Balkanları kuşatması gereken “büyük fotoğraf” kimsenin ilgisini çekmiyordu. Mikro milliyetçilik işin içine girince, ayrılıklar başladı. Makedonya göçmenleri için Novi Pazar değerini yitirdi. Arnavutlar için Bosna, Boşnaklar için Kosova uzakta kaldı.
Göçmenler aralarındaki yaşam görüşü farkları AK Parti, MHP, CHP ve İYİ Parti’de yoğunlaştı. “Çekingen” davrandıkları siyasette kadrolaşmayı bilmeyen göçmenler hep fedakârlık yaptılar. “Mevzu vatansa gerisi teferruattır” diyen göçmenler şahsi istikbal peşinde koşmayacak kadar âl’i cenaptı. Kurtlar sofrasında utangaçlık, siyasette başarısızlık getirdi.
İstisnaları tenzih ederek söyleyebilirim ki; geçtiğimiz seçimlerdeki Milletvekilleri Aday Listelerinden başlayın, tüm partilerin Başkanlarına, İl/İlçe Yönetim Kurullarına, İl Genel ve Belediye Meclis Üyelerine bakın. Şehirdeki göçmen seçmenlerin oy/temsil oranı arasındaki derin uçurumu görürsünüz.
Merhum Alija’nın bir sözünü hiç unutmam. “Doğrularınız için savaşmalısınız.”
Tüm bu yazdıklarım sosyolojik gerçeklerdir. Irkçılığın her tonu Balkanlarda ters teper. Yerel veya genel siyaset yapanlar bilsin ki dünyada ve Balkanlarda “Türkiye Yüzyılı” için birleştirici tek güç vardır. O da İslam kardeşliğidir.