Makale yazmak zordur ve bir inşaatın mimari pırojesini ya da inşaatını yapmak gibidir. Pırojede ve inşatta nasıl her öge ve malzemeyi yerli yerine koymak gerekiyorsa, makale de de aynı özeni göstermek zorundasınız.
Bazan düşündüğünüzün aynısını kaleme almış, meramınıza ve hislerinize tercüman olmuş, neler aklınızdan geçiyorsa ve neleri dert etmişseniz hepsini sizin ağzınızdan çıkmış gibi yani inşaatı yapıp hazır etmiş bir makale gördüğünüzde, bu zorluk ortadan kalkar ve bize sadece bunu sayfaya aktarmak, okuyucuya sunmak kalır.
Bu nedenle zaman zaman köşeme iktibas ettiğim makaleler olur ve tam da düşündüklerimi ifade eden aynı başlıklı o makalelerden birini daha okuyucuya arz ediyoruz.
Yazıya geçmeden önce peşinen söylemeliyim ki, biz hiçbir zaman Avrupalı olmadık ve olmayacağız. Tarihimiz, inancımız, kültür ve medeniyetimiz hiçbir zaman Avrupa ile ortaklaşmamış, tam aksine tarih boyu bize düşman kesilmiş, bize sefer üstüne sefer düzenlemiş, en büyük soykırımları geçmişte ve halen işgal, taciz ve tecavüzleri bize Avrupa yapmış ve yaşatmıştır. Biz Avrupalı değil, Türk-İslam alemine, Asya’ya, onların tanımladıkları Ortadoğuya aitiz, yerimiz orasıdır. Zaten onlarda bize, “Siz Avrupalı değilsiniz “demeye devam etmekte, bu birliğe almamaktadırlar, almayacaklardır. İYİKİ DE ALMIYORLAR! İşte “Biz Avrupalı mıyız, Ortadoğulu muyuz? Başlıklı o yazı:
“Türkiye’nin yeri ve konumu neresi Allah aşkına?
Google’dan arattırılınca “Ortadoğu’da bir ülke” sonucunun çıkması, hiç bitmeyen kimlik tartışmalarımızda sık sık gündeme geldiği gibi, tanınmış sosyal medya platformu Ekşi Sözlük mecrasında da merak ve tartışma konusu olmuş.
“Avrupa’da bir ülke” olarak çıksaydı, ne fark edecekti, durum yüzde yüz değişmiş mi olacaktı?
Bir ülkenin hangi coğrafi bölgede yer aldığını belirlemede geçerli kriter nedir?
Topraklarının; 1- Azıcık da olsa bir bölümünün, 2- En az yarısının, 3- Büyük bir bölümünün Söz konusu bölgede yer alması mı?
Bunlardan hangisi?
Diyelim ki 1’inciyi kriter aldınız ve yüreğiniz ferahladı…Bu, sorunu gerçekten çözüyor mu? O durumda Doğu’dan veya Güneydoğu’dan bakanlar için topraklarının daha büyük kısmının coğrafi olarak Avrupa bölgesinin dışında kalması Türkiye’yi Ortadoğu veya Asya ülkesi yapmıyor mu?
Siz ucundan da olsa Avrupa’da yer aldığını iddia etseniz de, Avrupalılar çıkıp, “Yahu ne Avrupa’sı? Topraklarınızın %97’sininin Asya’da ve Ortadoğu’da yer aldığını görmüyor musunuz?” demezler mi? Gelin, çıkın işin içinden…
Ülkenin hangi coğrafyada yer aldığı kriterini geçelim…
Diyelim ki Avrupalılık, aşağıdaki kültürel, politik ve ekonomik boyutları içeren temel kriterlere sahip olmayı gerektirsin:
-Avrupa kültürüne sahip olmak (ortak tarih, sanat, edebiyat ve felsefe değerlerini ve davranış normlarını benimsemek),
-Avrupa’nın demokratik yönetim biçimini benimsemek, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygı göstermek,
-Pazar ekonomisi ilkelerini benimsemek ve ekonomik olarak Avrupa’nın genel geçim endeksi ve refah seviyesine sahip olmak,
-Sosyal refah ve sosyal devlet anlayışına sahip olmak, eğitim ve sağlık hizmetlerinde belli standartlara sahip olmak. Bu durumda, halimiz duman olmaz mı?
İsterseniz bu tabloyu didikleyip buradaki kriterlerin karşılığını aramakla “Pandora’nın kutusunu” hiç açmayalım. Gelin vaziyetimize birlikte bakıp cevap verelim?
“Avrupalı’mıyız değil miyiz?” sorusuna cevap aramayı bir tarafa bırakalım.
Bırakalım da biz, esas;
-Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana halâ tanımlanmış bir devlet ve yönetim sistemine sahip olamayışımıza,
-2002 yılında çıkardığı Devlet İhale Yasasını 22 yılda 197 kez değiştiren bir ülke olarak yasa değiştirmede hayal edilmesi güç bir rekora imza attığımıza,
-Nefes almaya imkan bırakacak en ufak bir yeşilliğe tahammül edemeyip, şehirlerimizi baştan sona beton tarlasına dönüştürdüğümüze ve istanbul’u %2.2 yüzölçüm oranıyla Avrupa’nın yeşilliği en az kenti haline getirdiğimize,
-Avrupa’dan ve dünyadan en çok çöp, atık malzeme ve hurda demir ithal ederek, dünyanın hurdacısı olmaya soyunduğumuza,
-Güpegündüz sokakta insanları yaralayan ve sakatlayan suçluları ve çete üyelerini ifadelerini alıp serbest bırakarak ve cinayet işleyenleri af kanunlarıyla tahliye ederek cezasızlık algısını insanların zihnine büsbütün yerleştiren bir ülke olduğumuza,
-Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde Dünyada 115’inci ve Avrupa’da Macaristan’la birlikte en kötü sıraya sahip ülke olduğumuza,
-Öğrencilerin bilgi ve becerilerini ölçen PISA testlerinde, ortalama başarı puanında 38 OECD ülkesi arasında sondan 2’inci (36’ıncı) sırada yer aldığımıza yanalım…
Nitekim, Avrupa coğrafyasında yer almamalarının, dünyanın en değerli pasaportuna sahip olan ve PISA testlerinde en yüksek skoru elde eden Güney Korelilerin ve Singapurluların pek umurunda olmadığı gayet açık… Biz niye pozisyonumuzu belirlemek için birilerinin ortaya koyduğu kriterlere göre kendimizi kontrol ve testten geçirmek zorunda kalıyoruz? Kendi tarihi, sosyal, dini ve kültürel birikimimizden doğan ve kendi gerçeklerimizle uyumlu değerlendirme kriterlerine ve veri setlerine sahip olmadığımız ve bunları özgüvenle savunamadığımız için değil mi?
Özetle, kendimizce belirlenen, “kendimizi ifade biçimimiz” olmadığı için değil mi?
Ayaklarınızın üzerinde duramayıp bir defa “kimlik doğrulaması” testinde ipin ucunu başkalarının eline verdiniz mi, artık sittin sene bütünlemeden çakıp habire sınava girip çıkan öğrenci gibi sınav komisyonunun önüne gidip gelmekten kurtulamıyorsunuz.
Hani dijital evrende bir platformda yer almak veya bir kaynağa erişim hakkı elde etmek için meşru bir kullanıcı olduğunuzu tescil etmek üzere bir “dolandırıcı veya bir “robot” olmadığınızı kanıtlamanızı gerektiren “kimlik doğrulaması” sürecinden geçmeniz gerekiyor ya, tıpkı bunun gibi…
Nihayet 100 yıldan fazladır sürdürdüğümüz ve bir türlü yol alamayıp sürekli başa döndüğümüz Batılılılaşma serüvenimiz özetle bundan ibaret değil mi?
Diyelim ki, coğrafi olarak bir Ortadoğu veya Asya ülkesi olduğumuza dair kesin hükme varıldı…Bu neyi değiştirecek veya neyi kaybettirecek? Buna hayıflanıp feryat ve figan mı etmeliyiz? Veya kesin olarak Avrupalı olduğumuz tescillendi. Kendi iç çelişkilerimiz ve kimlik bunalımımızdan, sosyal, kültürel ve ekonomik açmazlarımızdan bir çırpıda kurtulmuş mu olacağız?
Kısacası, biz ne zaman “kendimiz” olacağız?” Pırof.Dr. Ulvi Saran