Vali İrfan Balkanlıoğlu’yla geçen pazartesi ilk defa bir araya geldik, basın mensuplarına verdiği kahvaltıda…

Yaptığı biraz uzunca giriş konuşmasını hiç sıkılmadan dinledim…

Zira konuşmanın içinde ilgimi çeken bölümler çoğunluktaydı ve de son derece fasih bir üslup ile konuşuyordu…

Seçtiği cümleler ve verdiği örneklerden uzun yıllara dayanan devlet tecrübesi ve Anadolu’ya özgü bir ilim-irfan fışkırıyordu…

Meramını anlatırken geçmişten ve günlük yaşamdan örnekler yanında, ayet-hadis ve menkıbelerden de yararlandığı görülüyordu…

Daha Sakarya’ya geldiği birkaç ay olmasına karşılık basında hakkında çıkan yalan yanlış haberlerden söz açtı…

Valilikteki 15 Temmuz anma toplantısının “Tekbirlerle makama oturdu” şeklinde yorumlanmasına, şehit babasıyla çektirdiği fotoğraflardan yola çıkılarak “İsmailağa cemaati devlette kadrolaşıyor” sonucunun çıkarılmasına kadar bir dizi örnek verdi…

Anlı şanlı köşe yazarlarının, büyük güce sahip medya yapılanmalarının nasıl da anlamadan, dinlemeden, işin iç yüzünü araştırmadan haber yapabildiklerini veciz bir şekilde ortaya koydu verdiği örneklerle…

Maalesef bu yeni bir hastalık değil…

Ezelden beri var medyanın içinde böylesi virüsler…

Yerelde de var, ulusal basında da…

Sırf kendi ideolojilerine hizmet etmek adına yalan yanlış haber yapanlar var…

Sırf kendi egolarını tatmin etmek için insanları karalayan, onlara iftira atan, olayları saptıranlar var…

Gerçeği bildikleri veya işin doğrusunu yeterince araştırmadıkları halde nefislerini okşadığı için sansasyonel haberlere yönelip mesleğin itibarını beş paralık edenler var…

Haber ve yorumlarıyla insanların izzeti ve geleceğiyle oynayan, çamur at izi kalsın mantığıyla hareket edenler var…

“Desinler, beğensinler” şiarıyla, şuursuzca etrafa saldıranlar var…

Kaleminden kan damlayan, sütunlara nefretini kusan, güç ve imkânını kötüye kullananlar var…

Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan utanmazlar var aramızda maalesef…

Ne diyelim:

Allah müstahaklarını versin!

Rabbim hiçbirimizi şaşırtmasın!

DAHA FAZLASINI İSTEMEZ MİSİN?

Mesleğe başlayalı neredeyse 15 sene olacak…

Bu işe ilk başladığım günlerden bu güne muhatap olduğum bir soru var: “Neden ulusal basında şansını denemiyorsun?”

Farklı şekillerde de soruluyor bu soru:

“Ulusal basından teklif gelmiyor mu?”

“Büyük gazetelere neden başvurmuyorsun?”

“Daha fazlasını istemez misin?”

Bir kere şunu çok net ifade edebilirim ki ulusal basında çalışmayı hiç düşünmedim…

İşini iyi yapan, bir şekilde dikkati çeken bir insan olsam kapılar kendiliğinden açılırdı zaten…

Lakin kendi çabamla da bir yerlere gelmek istemedim açıkçası…

Bunun birçok sebebi var…

En büyük sebebi bu şehri sevmemdir…

Benim anlayışıma göre insan huyunu suyunu bildiği insanlarla, havasını kokusunu bildiği şehirde çalışmalı ve yaşamalı…

Düşünsenize cebinizde para olmasa da gider bakkalınıza yazdırırsınız…

Mutlaka parasını sonra vermek üzere yemek yiyebileceğiniz lokantalar vardır bu şehirde…

Maaşı alınca öderim diyerek kıyafet alabileceğiniz mağazalar vardır…

Yandım Allah dediğinizde akrabalarınızdan da önce imdadınıza yetişecek komşularınız vardır bu şehirde…

Bu ve buna benzer değerlerin hangisi var Allah aşkına İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de!

Ölüyorum desen kimse dönüp de bakmaz…

Paran pulun yoksa adam yerine bile konmazsın…

Kısa süreli olsa da yaşadığım için biliyorum bu şehirlerin ortak özelliklerini…

Hele ki iş dünyası çok daha acımasız…

Herkesin birbirinin arkasından iş çevirdiği, pozisyonunu yükseltmek adına her türlü ahlaksızlığın mubah görüldüğü; sevgi, saygı ve dostluk gibi değerlerin hiçe sayıldığı bir çalışma ortamını hanginiz arzu edersiniz?

Daha derin sulara açılmamamın ikinci büyük gerekçesi de aza kanaat etmeyi bilmekti…

Belki mesuliyet almaktan korktuğum ve daha ağır bir yükün altına girmek istemediğim için hep “azıcık aşım belasız başım” düsturuyla hareket ettim…

Etrafımda makamın ve şöhretin büyüsüne kapılıp ömrünü ziyan eden örnekler de oldu…

Hep daha fazlasını isteyip de elindekileri yitirenler de…

Örneğin saygın bir mesleği ve aylık 15 bin TL civarında geliri olmasına karşılık işini bırakıp ticarete atılan ve daha sonra iflas edip yüz binlerce TL borcun altına giren bir arkadaşım oldu…

Daha iyi bir ev, daha iyi bir otomobil, daha müreffeh bir yaşam düşlerken, elinde avucunda ne varsa kaybetti, üstüne bir de borçlandı, evinden yurdundan uzaklaştı…

Şimdi her fırsatta hayattaki en büyük zenginliğin aile olduğunu söylüyor…

“İnsanın en büyük zenginliği akşam eve gittiğinde ailesiyle birlikte çay içip karpuz yemekmiş” diyor…

Birçok insanın küçümsediği ve fazla önemsemediği şeylerin aslında ne kadar büyük bir zenginlik olduğunu iç çekerek anlatıyor…

İnsan her zaman ve zeminde elindekilere şükretmesini bilmeli…

İnsan vakti zamanı geldiğinde sahneden çekilmesini de bilmeli…

Maddi ve manevi her türlü imkânı elde etmiş, hele de belli bir yaşa gelmişsen biraz da kendine zaman ayıracak, torun torba sevip kalan ömrünü daha fazla ibadete ayıracaksın…

Bu zamana kadar elde ettiklerine şükretmeyip hep daha fazlasını arzu edersen ve de vakti geldiğinde kendin çekilmezsen birileri gelir paçandan tutup indirir, bunca yıllık itibarın iki paralık olur, tabiri caizse kuzuların maskarası konumuna düşersin…

Keşke zamanında köşeme çekilseydim de en azından itibarım olsaydı dersin…

Benden söylemesi!

SADECE BAŞKANLAR MI METAL YORGUNU?

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la meşhur oldu “metal yorgunluğu” benzetmesi…

Artık heyecanını yitirmiş, oturduğu makama güç vermek yerine makamdan güç almaya başlamış, yaptıkları ve yapamadıklarıyla partiye ve davaya zarar veren insanlar için kullandı bu ifadeyi Sayın Cumhurbaşkanı…

Akabinde gerek belediyelerde, gerekse teşkilatlarda istifalar yaşanmaya başladı peşi sıra…

Muhakkak ki işin başındaki insanlar başarıdan da, başarısızlıktan da en büyük payı alan kişilerdir…

En ufak bir yanlışta bile hedefe onlar konur, en ufak bir doğruda da alkışı onlar alır…

Lakin hepimiz biliyoruz ki bilhassa belediyelerde işin büyük bir bölümünü başkan yardımcıları, daire başkanları ve ilgili bürokratlar yürütüyor…

Başkanlar bir anlamda kaderlerini teslim ediyor bu insanlara…

Sakarya genelinde baktığımızda yakın zamanda Karasu haricinde ben kadrosunda bir değişiklik yapan belediye başkanına rastlamadım…

Görev değişikliği, görevden alma, rotasyon gibi yollara tevessül ettiklerini görmedim…

Demek ki altlarındaki kadrolar işlerini iyi yapıyor…

Demek ki saat nizamıyla tıkır tıkır işleyen bir düzen kurmuşlar…

Demek ki vatandaş memnuniyeti ve hizmet kalitesi tavan yapmış şehrimizde…

Demek ki zaman zaman kulağımıza gelen serzenişler, ortaya konan sıkıntı ve şikâyetlerde bir gerçeklik payı yok…

Makamına uğramadan belediye yöneten başkanlarımız yok demek ki…

Başkan adına başkan gibi ahkâm kesen, terör estiren, kafasına göre asıp kesen insanlar yok…

Verilen görevin altında ezilen ama kuyruğu dik tutup başkanlarına bu durumu belli etmeyen insanlar yok…

Kendisine tanınan imkânlarla sefahate dalıp işin önünü arkasını düşünenler yok…

Maşallah bütün bürokratlarımız arı gibi çalışıyor ve de gemiyi karaya oturtmadan bir güzel yüzdürüyor…

Metal yorgunluğu falan hak getire!

Hani karne töreninde öğrencilere, “Bu karneyi size değil velilerinize veriyorum” denir ya…

Olası bir yeniden aday gösterilmeme durumunda belediye başkanları suçluyu uzaklarda aramasın…

Kafalarını da duvarlara vurmasınlar…

Son pişmanlık fayda etmez!