Ülkemizde büyük bir ekseriyet tekke, zaviye ve tarikatlara karşı. Dünya bu işi Haçlı Seferlerinde halletmiş. Kurmuş, geliştirmiş ve birkaç başlık altında kullanmış. En belirgin şekli ise askeri kanadı olmuştur. Başına buyruk bırakmamış. Askeri kanadını şövalyeler adı altında teşkilatlandırıp savaştırmışlardır.  Bunlardan bir tanesi Töton Şovalyeleri’dir. Bundan sonraki yazılarımda bu tarikatın ismi de geçecektir kısaca tanımakta fayda var. 

Haçlı seferlerinin bittiğini zannetmek tarihi bilmemektir.

Tarih boyunca devam etmiş ve edecektir. Eskilerin bir sözü vardır şeyh uçmaz mürit uçurur diye. Toplum olarak okumadığımızdan şeyh dediklerimizin ağzından çıkanları haşa Allah kelamı olarak kabul etmişiz. Doğru mudur? Eğri midir? Noksan mıdır? Hiç bakmamışız. Hesap gününde onların sırtında doğruca cennete gideceğimize inanmışız. Birileri devlet çatısı altında bunları toplamış devletin menfaatleri için kullanmıştır. Gelelim konumuza.

Eskiden Kudüs ü altınları için istiyorlardı. Şimdi petrolü ve bir sürü başka sebepler için.

Burada olmaları için hep bir bahaneleri var. Alman Haçlı ordusunun en önemli vurucu gücünü Töton Şövalyeleri oluşturuyordu. Yani Almanlar 12. asırdan beri buradalar.

12. yüzyıl başlarında Kudüs’te ilk önce kısaca “Hastaneciler” olarak da anılan Aziz Yahya Şövalyeleri Tarikatı, hemen ardından Tapınak Şövalyeleri Tarikatı kurulurken; bunlarla hiçbir ilgisi olmaksızın bugünkü Almanya’nın kuzeyinde de “Töton Şövalyeleri Tarikatı” oluşturulmuştu.

Bu tarikat, özellikle askerî yönü bakımından yaralı ve hastaların tedavisi konusuyla yakından ilgilenmiş olduğu için hastaneciler ile benzeştirilebilir ama aslında her ikisinden de çok farklıydı. Bu farklılık, her şeyden önce bu örgütün Kuzey Avrupalı oluşundan kaynaklanıyordu.

Bu tarikatın ilk adı “Hospitale Sancte Marie Theutonicorum Jerosolimitanum” (Kudüs Tötonlarının Aziz Meryem Hastanesi) biçiminde konmuştu. Adından da belli olduğu gibi, bu kuruluşun amacı, tıpkı Hastanecilerin üstlenmiş olduğu göreve benzer tarzda bakıma ve tedaviye gereksinmesi olanlara yardım etmek, onlara destek sağlamaktı.

Bu oluşum, o sıralarda Kudüs’te bulunan varlıklı bir Alman çiftinin, kendi başlarına sadece Alman kökenli hacılara hizmet vermek üzere bir küçük hastane yaptırmalarıyla başlamıştı. Hastanenin bir bölümünde kurulan şapel Meryem Anaya adanmış, bu yüzden hastane de onun adıyla anılır olmuştu.

Oysa aynı sıralarda Fransa’da hizmete konulan kiliselerden birçoğu ise Magdalena’ya adanmaktaydı. Bu da Almanlar ile Fransızlar arasındaki dini düşünce ve görüş farkını yansıtır.

Böylece bir “şövalyelik tarikatı” olmaya yönelen bu örgütün, Tapınakçılar gibi dini bağlantılı kurallarının da bulunması gerekli görülmüştü. Bunun için de Sistersiyenler gibi Benediktin Tarikatı’ndan doğmuş Ogüstiniyen Tarikatı’nın ilkeleri üzerine bir düzen ve disiplin sistemi oluşturulmuştu.

Sonraları tarikatın askerî yönü ön plâna çıktı. Tötonların hastaların bakım ve tedavisiyle ilgilenmesi tavsadı. Kudüs’teki hastane de öncelikle bu iş ile ilgilenen diğer tarikata devredildi.

Tötonlar, 1190 yılında Üçüncü Haçlı Seferi nedeniyle yine bir sahra hastanesi kurdu. Fakat bu kez kurulan hastanenin tek işlevi sadece sefere çıkan Alman askerlerin bakım ve tedavisiydi. 1191 yılında- Papa 3. Clementhus bu tarikatı resmen tanıdı. 1196 yılında da Papa 3. Celestine tarikatı kendi koruması altına aldı. Üç yıl sonra Papa 3. Innocentus bu tarikatın üyelerinin Tapınak Şövalyeleri gibi bir özel amblem taşımalarına izin verdi.

Töton Şövalyeleri’nin amblemine “Tötonik Haç” da denir. Dört adet T harfinden oluşuyormuş izlenimi veren bu amblemin önemli bir özelliği, mutlaka siyah olmasıdır.

Töton Şövalyeleri Tarikatı, Tapınakçılara pek benzer bir şekilde örgütlendi ama onlar kadar geniş bir çalışma alanına yayılmadı. Üyelerinin çoğu Orta Çağ’daki Alman dilini konuşurdu.

1221 yılında Papa 3. Honorius Töton Şövalyeleri Tarikatı’na Tapınakçılar ve Hastaneciler ile eşdeğer hak ve ayrıcalıkları tanıdı.

Üçüncü Haçlı Seferi’nden sonra bu tarikat âdeta kendi kabuğunun içine çekildi. Prusya’daki Marienburg kentini kendilerine merkez edinip orada bir tür teokratik yönetim sistemi kurdular. Giderek küçüldüler ama örgütün varlığı bundan sonra yüzyıllarca sürdü. Sadece amaçları değişti.

III. Haçlı seferinin sonucu olarak Akka Kalesinin ele geçirilmesinden ziyade, Haçlı ordusu diğer Haçlı seferlerindeki ordular gibi düzensiz bir kalabalık olmaktan çıkmış ve askeri bir hareket statüsünde hareket etmiştir. III. Haçlı seferi karadan değil deniz yolu ile yapılmıştır. Karadan yapılan Haçlı seferlerinde Anadolu topraklarını baştanbaşa kat etmek zorunda kalan ordu, kısa ve kolay yoldan Akdeniz’e ulaşmış, buradan da Filistin’e geçmiştir. Deniz yolu ile fazla kayıp vermeden sefer tamamlanmıştır. Müslümanlar ile Savaşlarda Selahaddin Eyyubi’nin kahramanlığı ve adaleti Haçlıları kendisine hayran bırakmıştır. Hıttin Savaşı’nda esir düşen Kral Guy ‘u kendi otağında yanında oturtması ve hürmet etmesi ile Haçlıların takdirini kazanmıştır.

Daha geniş malumat için aşağıdaki adrese müracaat edebilirsiniz.

www.sebepleri.com/3-hacli-seferi/