Marifet ehline göre âlemde olup duran her şey Celâl ve Cemâl tecellisinden ibarettir. Nefsimizi kudret elinde tutan Allah’ın Celâl ve Cemâl sıfatlarıyla kuşatılmış durumdayız. Geride başka bir çıkış yolu yoktur. Hayatımızda geçmişte olan, şimdi olmakta olan ve gelecekte olacak olan her şey Allah’ın iradesi ve kudreti altındadır. Biz de bir şey yok.
Cenâb-ı Pîr Celâleddîn-i Rûmi eseri Mesnevî’de şöyle der: “Ey oğul renkler, şekiller, sayılar hayalden ibarettir. Görmez misin ki karanlık gelince hepsi kaybolur.”
Arifler, “akl-ı meaş” (dünyalık akıl) için eksiktir, nakıstır demişlerdir. Akıl, metafizik âlemine hiçbir surette yol bulamaz. Aklın sikleti herşeyi kaldırmaz. Bir bardak suyun içine konulan düzgün kalem bile gözümüze neden kırık görünür?
Filozoflar “dünyada bunca acı neden var?” Sorusuna cevap bulamadılar. Akıl bu paradoksu ancak vahiyle cevaplayabilir.
Hikmet sahibi olmayan ham softa herkesi Müslüman yapmak yırtınır durur. Allah, âlemi mertebeler üzerine yaratmıştır. Allah dileseydi herkes Müslüman olurdu. Allah’ın muradı olmayan bir işi istemek Allah’ın hikmetine riayet etmemektir. Allah’a karşı edeb noksanlığındandır.
Gerçek tevhid, âlemde noksanlık görmemektir. İrfan sahibine göre hikmetin yolu iki şeyde gizlidir. Allah’a itaat, mahlûkata merhamet.
Gözünde şaşılık olan cümle âlemi iki görür. Tevhid, Ehad olan Allah’ı hem Zât-ı Kibriya’sında birlemek, hem de sıfatlarında ve fiillerinde birlemektir. Âlemde olup duran işlerde, doğumlarda-ölümlerde, savaşlarda-barışlarda, hastalıkta-sağlıkta, fakirlikte ve zenginlikte Allah’ı tevhid etmek… Nimetin de musibetin de Hakk’tan geldiğini bilmek Tevhid etmektir. Akıl sadece sebepleri görür. Kalp ise sebepleri yaratan Allah’ı görür. Allah, sebepleri de yaratan Müsebbib’ul Esbâb’tır.
“Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.” (Saffât Sûresi. 37/96)
Tevhidi taklitte kalan kişi, kendisini Allah’ın yarattığına inanır lakin dünyada olup duran bunca işin kendi kendine olduğunu zanneder. Sebep olanı görür, sebebi yaratan Allah’tan gafil kalır.
“Sonra onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, lakin Allah attı. Bu da mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Gerçekten Allah işitendir, bilendir!” (Enfâl Sûresi. 8/17)
Tevhidin dil ile olanı “La ilahe İllallah” demektir. Asıl olan bu kelimenin kalben söylenmesidir. Dil tevhid ederken, kalbi isyan eden kimsenin davası yalancının sözüne benzer. Allah, dilimizle ve kalbimizle ehl-i tevhid olmayı nasip eylesin.
Anadolu ariflerinden birini ziyaret ettiğimde bendenize şöyle demişti: “Oğlum, tatlı/acı, güzel/çirkin, gündüz/gece, iyi/kötü, Mü’min/Kâfir kıyamet gününe kadar var olmaya devam edecek. Bunu kimse değiştiremez. Peygamberler bile değiştirmediler. Bu bir emri manevîdir. Azamet-i Kibriya öyle bir manevi çarktır ki, elini uzatanın kolunu kopartır.”
Âlemde noksan görme sen bak kendi noksanına
Geç bu benlik sevdasından tevhîde gel tevhîde
Ne ki baktın kesret gördün vahdet içre bilmedin
Mürşîd-i kâmile muhtaçsın, tevhîde gel tevhîde
Bu âlem mir’ât-ı kesrettir, gördüm deyu aldanma
Mir’ât-ı Vahdet sırrını kendinde bul tevhîde gel tevhîde
Zannetme sen, Evvel- Âhir, Zâhir – Bâtın ayrıdır
Cümle esmâ Vâhid Allah, tevhîde gel tevhîde
Tecelli-i Rabbâni de Celâl ayrı Cemâl gayrı değildir
Celâle sabret, Cemâle şükret tevhîde gel tevhîde
Perdedir seni setreden tevhid bahrinde ifnâ etmeyen
Câlibî perde kalksın ister isen tevhîde gel tevhîde