Selim Gündüzalp Kimdir?

Sakarya’nın Hüseyin abisi (Hüseyin Adnan Şengörür) Dünyanın Selim GÜNDÜZALP i 1954 yılında Adapazarı’nda dünyaya geldi. Sırasıyla Adapazarı Kurtuluş İlkokulu’nda, Adapazarı Merkez Ortaokulu’nda okuduktan sonra Adapazarı Lisesi’ni bitirdi. 1979 yılında Marmara Üniversitesi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nden mezun oldu.

1968 yılında, ortaokul öğrencisiyken günlük bir gazetenin düzenlediği şiir yarışmasıyla yazı hayatına başladı. Bir müddet basketbol ile ilgilendi.

Zafer Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1976 yılının sonlarında yayınlanmaya başlayan Zafer Dergisi’nde, o günden vefatına kadar genel yayın yönetmeni olarak çalışmalarına devam etti.

“Ölüm ve Ötesi” adlı ilk kitabı 1985’de Cihan Yayınları’nda neşroldu. 1986’da Zafer Yayınları’nın Aile Serisi’nden “Ölüm Son Değildir” adlı kitabı çıktı. Ölüm Son Değildir 1, 2 ve 3 adlı kitapları, sırasıyla 1999, 2001 ve 2002 yıllarında basıldı. 1991 yılında Zafer Yayınları’nın da kurucusu olan Selim Gündüzalp, 2002’den itibaren toplamı 15 adet olan öykü dizisi kitaplarını çıkarmaya başladı. 2003 yılında “Deyimler ve Öyküleri” dizisini oluşturmaya başladı. Ayrıca Uğur Böceği Yayınları’nda çocuklara yönelik çalışmalar da yaptı. “Allah ve Dua”, “Allah ve Ümit” ve “Allah ve Aşk” isimli tefekkür kitaplarının, “Serap” isimli bir romanın da yazarıdır. Ayrıca “Asr-ı Saadetten Öyküler” adıyla bilinen bir diğer öykü dizisine ve daha birçok telif ve derleme kitaba da imza attı.

12 Eylül 2017 tarihinde 63 yaşında ebedi hayata göçtü. Mekânı cennet olsun inşaallah.

 

Tabiata Bakanlar ve Görenler

“Bakanlar ve Görenler” İsmet Özel’in bir kitabının adı. Bakmak ve görmek arasındaki fark bu kitapta çok güzel anlatılır. Şair burada bakma işini herkesin yapabileceğini ancak görmenin başka bir nazarla sağlanacağını anlatıyordu. Herkes bakabilir fakat çok az insan görebilir ona göre. Bakmak, yaratılmış olan her canlının en tabii hakkı ise; görmek, basiret gerektirir ve insan olmamızın bir sonucudur. Bu topraklarda yaşadığımıza göre, “görmek” Müslüman olmamızı gerektirir ve Allah’ın nazarıyla bakmak demektir.   

Şu zamanda çevremize bu gözle bir bakalım: Bahar gelmiş, mahlukata yeniden can verilmiş, kupkuru dallar çiçeklerle süslenmiş, her yerde hummalı bir faaliyet başlamış, yeniden dirilmenin yeryüzündeki provası için ferman gelmiş… Perdeyi aralamalı ki insan bunları görebilsin.

İnsan evinde otururken dışarıda neler olduğundan pek haberdar olmaz. Perdeyi aralayıp bakmalıdır ki görebilsin… İşte burada yukarıda bahsettiğimiz “görme” eylemi devreye giriyor. Çok şükür görüyoruz. Gözleri var “görmeyen” insanların da yaşadığı bir toplumda bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamalıyız.

Selim Güzdüzalp bize görmemizi sağlıyordu. Etrafınıza sadece bakmayın, görün diyordu. Bunu çevresindekilere haykırmak için can havliyle çalışıyordu. Adeta Üstad Necip Fazıl gibi:

 

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: 
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, 
Çatırdılar geliyor karanlık Kubbe'mizden…

diyordu o. Bunu söylerken, dünyanın hır-gürü arasında koşuşturan, gündelik hayatın telaşesi içinde insanlığımızı ve Müslümanlığımızı unutan insanlara sesleniyordu. Ve onlara hakikati hatırlatıyordu.  
    Evet biz “Her zaman böyle oluyor zaten..” diyerek geçtiğimiz, “Bu bildiğimiz bir şey..” diyerek nazarımızı esirgediğimiz, “Basit canım; ilgilenmeye değmeyecek bir şey..” olarak gördüğümüz o şeylere Selim abimiz “Allah adına bakıyordu” ve onlar anlamlı şeylere dönüşüveriyordu. Ya da bize gizlenmiş anlamları görünür oluyordu.

Kainatı da Allah’ın bir kitabı ve yeryüzünü de o kitabın bir sayfası olarak görüyordu. Kur’an’ı okuduğu gibi kainatı da Allah’ın ayetleri olarak okuyordu. Bunun için o koca semaya hayretle, hayranlıkla baktığı gibi, küçücük bir papatyaya da hayran oluyor, ondaki sanatlı yaratılışa mest oluyordu. Ziya Paşa’nın bir şiirinde dediği gibi:

Subhane men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl

Subhane men bikudretihi ya’cizü’l-fühûl

Yani sanatıyla ve eserleriyle akılları hayrete düşüren, kudretiyle anlayışları aciz bırakan Allah’ı teşbih ederim. Selim Gündüzalp’in yapmak istediği, çırpındığı da işte bu gerçektir: Allah’ın kudretini insanların görmesini istemek.

 

Baharı Bekleyen Adam

Bir söz vardır, “Hayat iki türlü yaşanır; ya her şeyin mucize olduğunu görerek ya da hiç bir şey mucize değilmiş gibi yaparak…”

Evet görmek için perdeyi aralamak gerek. Bu bazen penceremizdeki, bazen gözümüzdeki, bazen de zihnimizdeki perdeyi…

Selim Gündüzalp bunu çok güzel yapardı. Hatta, sanki bunun için yaşıyordu. Onunla her görüştüğünüzde gözünüzdeki perdeler nasıl da uçup gidiyordu!.. Mesela bizim baka baka göremez olduğumuz baharı aslında göremediğimizi, anlayamadığımızı nasıl da kolayca ve kırmadan fark ettiriyordu…

Mesela bir çiçeğin yanından geçip gitmiyordu… “Bu gülü Allah yaratmış. Basit bir toprağı nasıl böyle gül yapmış” diyordu. “Toprakta olmayan rengi vermiş, kokuyu, şekli vermiş, ne güzel yapmış..” diyordu.

Bir cıvıldayan serçe görse, “Cansız yumurtaya Allah can vermiş; yumurtada olmayan hayatı, tüyü, gözü, kanadı, ayağı vermiş ve kuş yapmış. Sarı-beyaz sıvıyı Allah’tan başka kim kuş yapıp böyle neşeyle cıvıl cıvıl uçurabilir!..” diyordu. Yeryüzünü Allah’ın eserlerini sergilediği bir galeri olarak görüyordu; öyle bakıyor ve öyle dolaşıyordu…

Şimdi hayalimize misafir oluyor, “Aman dikkat” diyor, “Baharı kaçırmayın!.. Eserine değer vermemek eser sahibini incitir” diyor ve kulağımızda söylediği ayet mealleri çınlıyor: “Göklerde ve yerde nice âyetler var ki, onların yanından yüzlerini çevirerek (hiç aldırmadan, ilgilenmeden) geçip giderler…”

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için şüphesiz âyetler (deliller) vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstü yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. ‘Ey Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen (anlamsız iş yapmaktan) münezzehsin. Bizi ateş azâbından koru…”

Evet baharlar onunla bir başka güzeldi…

 

SAKVA Seyahatlerinde Selim Abi

Merhum Selim Gündüzalp  SAKVA’nın kültürel etkinlikler kapsamında yaptığı seyahatlerin en renkli müdavimlerindendi.

Her seyahatte otobüsün en arka 4’lü koltuğu Selim Gündüzalp akademisine tahsis edilirdi.  Özellikle Balkanlar, Endülüs, Şam Halep gezilerimizde Selim Abi kafilenin manevi rehberi olmuştu.

Aile gezilerimizde bekâr katılımcıların abiliğini yapan Selim Abi ara sıra mikrofonu ele alıp otobüsün tamamını kapsayan inanılmaz güzellikte sohbetler yapardı. Zamanla onsuz geziler düşünülmez oldu. Ecdat yadigârı beldelerde kendini kaybeder oranın havasıyla kendinden geçerdi. Gezilerde en hassas olduğu nokta namaz vakitleriydi. Bir çok defa namaz vakti girdiğinde otobüs park edilir, geniş ovalar mescide dönüş gavur illerde kıble aranırdı. Özellikle Endülüs’teki namazları şahitli namazlar olarak tanımlar bin yıldır ezan sesi duyulmayan yerlerde ezanlar okuturdu.

SAKVA gezileri onunla gezi olmaktan çıkıp bir eğitim, öğretim tatbikat sahası olurdu. Tadına doyamadığımız bu güzel gezileri rahmetliyi andığımız gibi hasretle arıyoruz.

 

Bir hatıra (Bir çerçeve içerisinde verilebilir….)

BUNLAR KİMİN HARİKASI?

Bir gezi sırasında hedefimiz Kars’tan yola çıkıp, Çıldır Gölü’nü gördükten sonra Gürcistan’a -pek gidilmeyen- Ahıska bölgesinden giriş yapmaktı.

Kars’ta sabah hava oldukça sıcaktı. Ve hazırlanıp koca dağlara doğru hareket ettik. Yola çıkışımızdan bir saat kadar sonra sıcak hava yavaş yavaş serinlemiş, yemyeşil ağaçların yerini karlı dağlar almıştı. Seyahatimizin bu bölümü otobüsle yaklaşık 4-5 saat sürmüştü.

Her zaman olduğu gibi otobüsün arkasında Selim Gündüzalp abimizle sohbet ederken yolun nasıl geçtiğini anlamıyorduk.

Dağlardan geçerken Selim abimiz, Rabbimizin lütuflarından bahsetti. Yeşilliklerden, çiçeklerin, ağaçların güzelliklerinden, az önce güneşli sıcak havanın ardından şimdi karla karşılaşmış olmamızdan konuştuk… Selim abimiz sohbetin bir yerinde Cenab-ı Hakk’ın hikmetlerinden, ağaçlardan, dağlardan, kardan bahsederken “Bazıları düşünmeden bunlara ‘doğa olayı’ diyor, olur mu hiç!.. Allah yaratmasa bunlar kendi kendine olacak şeyler değil” diye vurgulamıştı.

Geçtiğimiz yerleri seyrederken, Rabbimizin nimetlerini fark ettiren o kadar güzel sohbetler edildi ki, adeta bizim için uygulamalı tefekkür dersi oldu…

Derken dağların zirvesine vardığımızda karla kaplı bir köyde küçücük bir benzin istasyonunda mola verdik.

Otobüsten iner inmez karşımdaki manzaradan etkilenip hemen arkamdaki Selim abiye döndüm ve “Abi şu doğa harikasına bak” deyiverdim. O anda olan oldu!.. Yüz ifadesi bir anda değişen Selim abi sitem etti: “Ne doğası kardeşim; Allah diyeceksin, Allah ne güzel yaratıyor diyeceksin!.. Tüh senin diline… Saatlerdir ne konuştuk biz?”

Evet, yaşadığımız şeyler de hayatımıza yön verir. Kullandığımız kelimeler bizi şekillendirir. İnanın o günden beri konuşurken doğru kelimeleri kullanmak için özen gösteriyorum. Özellikle de “doğa” kelimesini kullanırken…

(Abdülkadir Şen, Zafer Dergisi, Mayıs 2018)