“Nefsini temizleyen kurtuluşa erdi.”(A’lâ Sûresi. 87/14)
Nefs-i Sâfiyye daha önceki yazılarda anlattığım altı nefs mertebesinin sonuncusu ve en üst mertebesidir. Daha yukarıdaki makamlar Peygamberlere (asm) mahsus nefs mertebeleridir.
Nefs-i Sâfiyye; saflaşmış, arınmış “İnsân-ı Kâmil” nefsidir. Nefs-i Kâmile (kemâle ermiş) nefs demektir. Saf, berrak, ulvi ve olgun nefstir. Marifet sırlarının tahsil edildiği bir mertebedir. Hakk vergisidir, sadece çalışmakla elde edilmez. Kulun gayretinin karşılığı olarak değil Hakk’ın bir lütfu olarak, “vehbî” yönden kişiye armağan edilir. Kişinin gayretiyle elde edilen ilimler “kesbî”dir. Çalışmakla elde edilebilir. Vehbî olan “ilm-i ledün” ise çalışmakla elde edilemez. O ancak Allah’ın lütfu ve ikramıdır. Allah, dilediğine verir.
“Derken, kullarımızdan birini buldular ki ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona nezdimizden bir ilim öğretmiştik.” (Kehf Sûresi. 18/65)
Âriflere göre göre ilm-i ledün, eşyanın bâtınını/içyüzünü bilmektir. Bu ilim dalına “bâtın ilmi” veya “hakikat ilmi” de denmiştir. Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır şöyle der: “... Ledünnî ilim, fikrî gayretle elde edilmeyip Allah tarafından, sırf Allah vergisi olan kutsî bir kuvvenin tecellisidir. Eserden müessire, vicdandan vücuda doğru giden bir ilim değil, müessirden esere, vücuttan vicdana gelen vasıtasız bir ilimdir. Nefsin gerçeğe ulaşması değil gerçeğin nefste meydana çıkmasıdır. Doğrudan doğruya bir keşiftir”
Nefs-i Sâfiyye mertebesine erişenler mükemmel manada irşâd edebilir. Bu sebeple bu mertebeye “İrşad Makamı” da denilir. Cenâb-ı Hak, bu makam sahibinin sözlerine ve nazarına insanları gafletten uyandırıcı bir tesir ihsan eder.
Nefs-i Sâfiyyenin belirgin sıfatı, beşeri varlığından tamamen soyunmuş olmasıdır. Ahlakı da, önceki tüm nefs mertebelerinin iyi huylarını kendinde toplayan yokluk ve hiçliktir. Bedeni dünyada, ruhu ebedi âlemdedir. Artık hiçbir şeyden korkmaz. Korkuları heybet ve ünsiyete dönüşmüştür. Tüm kayıtlardan azâde olarak “ferd” makamında hür bir varlıktır. Cem, cem’ül cem ve son olarak hazret-i cem makamında tüm makamları kendinde toplayan Allah’ın halifesidir. Allah’ın zat tecellisi ile nurlanmıştır. Allah’ın nuruna, Kur’ân’ın sırrına ulaşmıştır.
Hz. Ali (kv) bu makam için buyurmuşlardır. “Perde kalksaydı, yakînim artmazdı”
Sâfiyye nefs mertebesi Allah ile kulu arasındaki esrar makamıdır. Tatmayan bilmez. Bu makama vasıl olanlar ancak izin verildiği kadarını söyleyebilir.
Nefs-i Sâfiyye ehli, varlığın asıl sahibine teslim edilmesi gerektiğini anlar. Varlığın devamının Allah’ın kuvvet ve kudretiyle mümkün olduğunu, (lâ havle vela kuvvete illa billah) varlığın temel kaynağının Allah’ın vahdaniyetine, ulûhiyyetine dayandığını (lâ ilahe illallah) kavrar. Allah’ın Zatı, sıfatları ve isimleriyle birlikte ulûhiyyetini âlemlerde ve dolayısıyla kendisinde ilan ettiğini iyice idrak eder. Allah’ın zât, sıfat ve esma tecellilerini kesmesi halinde kendisinin yok olacağını, âlemin kahrolacağını, âlemde hiçbir hareketin olamayacağını yakinen anlar. Bunun idrakiyle, tüm varlığını Hakk’a teslim eder, gerçek manada “iradi ölümü” yaşar. Peygamber Efendimiz’in(sav): “Ölmeden önce ölünüz” emri gereği mecburi ölüm gelmeden önce, iradî tercihle Hakk’a emanetini teslim eder.
Nefs mertebeleri aşağıdan yukarı -kesafetten letâfete- doğru sıralanır. Nefs, ilk basamaktan yedinci mertebeye doğru yol aldıkça; cismiyyet, karanlık ve yoğunluk özellikleri azalarak derece derece ruhanilik, nuranilik ve latîflik özelliği kazanır. Nefsin her aşamadaki zikri farklıdır. Kişi, ilk basamakta söylediği Kelime-i Tevhîd'i her evrede farklı bir anlamıyla zevk eder, tadar.
İnsanların çoğu nefs-i emmâredir. Levvâme ondan biraz az, Mülhimme, Mutmainne daha da azdır. Nihayet Sâfiyye Nefs sahibi kullar, azın da azıdır. Onlar “kibrit-i ahmer” gibidir. Zor bulunurlar.
Nefs-i sâfiyyenin zikri, “Kahhâr”dır. Seyri, billahtır. Âlemi garktır. Mahalli, ahfâdır. Hali, Zât tecellisidir. Makamı, kurbet/yakınlıktır. Mertebesi, İnsân-ı Kâmil kutuptur. Rengi, renksizliktir. Rüyadaki sureti, ateş ve yangın görmektir.
Yedinci nefs tavrının zikri “Kahhar Kahhar ya Kahhar”dır. Bu zikir ancak mürşidin izni ve emriyle çekilebilir. Bu zikir uzun süreli çekilmez. Vâhîdu’l Kahhâr olan Allah; kudretinin karşısında her şeyi aciz bırakandır. Dilerse kullarını hâkimiyet ve kudretle kahreden, onları -istese de istemese de- takdir edilen yöne yönelten ve yöneten isimdir. Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen, hak edenleri kahrederek zelil ve perişan edendir.
Nefsin her bir mertebesine ilişkin Kur'ân-ı Kerîm'de ayetler olması ilgi çekicidir. Hakiki tasavvuf, İslam’ın özünün özü, içinin içidir. Sûfiler için ilmin kaynağı doğrudan doğruya Kur'an ve sünnetten ibarettir. Kişisel deneyim olarak eklenen keşf, keramet ve rüyalar haktır. Lakin kişiye özeldir. Ümmeti bağlamaz.
Nefes aldığı müddetçe insanın seyr-u sulûku bitmez.