Mülhimme, ilham veren demektir. İlham, Allah’ın kulunun kalbine gönderdiği iyilik telkin eden Rabbânî bilgilerdir. Nefsin Mülhimme mertebesi Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçer: “Yemin ederim nefse ve onu düzgün bir biçimde yaratıp düzenleyene. Ona kötü ve iyi olma kabiliyetini ilham edene” (Şems 91/7-8)
Nefsimiz her an içimizden fısıldamaktadır. Kimi zaman iyi, kimi zaman kötü şeyler hakkında hiç durmaksızın, bıkmaksızın, yorulmaksızın fısıltıyla ister de ister...
“Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız. ” (Kaf Sûresi. 50/16)
Nefs-i Mülhime mertebesi ayakların kaydığı aldatıcı bir mertebedir. Bu mertebede kul; Allah’tan ilham alırken, nefsinin evhamı (vehim) yoğunlaşır. Şeytan’dan gelen vesveseler de artar. Şeytanın vesveseleri sürekli kalbe saldırır. Bu sebeple Efendimiz (sav) buyurur ki: “Muhakkak ki şeytan âdemoğlunun kanının dolaştığı damarlarında dolaşır. Ben şeytanın size vesvese vermesinden korkarım.” (Tirmizî, Radâ’ 17, 1172)
Nefs-i Mülhimme mertebesindeyken kalp; vehim, hayâl ve ilhamın birbirine karıştığı mahaldir. Kişi kalbine gelen duyguların hangisinin Rabbinden, hangisinin nefsinden veya şeytandan olduğunu bilemez. Bu sebeple Kur’an ve Sünnete göre kendisine yol gösterecek birine ihtiyaç duyar. Haram ve günahlardan uzak kalmaya çabalayan nefs, manevi bazı ilhamlar almaya başlayınca kendini “olmuş” zanneder. Allah katında makamının yükseldiğini zannedip hayâle kapılır. Nefs, kendini beğenir. Hâlbuki işin hakikati böyle değildir.
Kişi nefsini zorlayarak zahiren günahlardan uzak kalmış olsa bile, hâlen kalbinde “günah işleme arzusu” olduğu gibi durmaktadır. Her ne kadar nefsin ibadet ve terbiyesi artmışsa da, haram işleme arzusu nefsinden tamamen çıkmamıştır. Nefs, hâlen eski hayatına dönme arzusundadır. Eski hayatını daha unutmamıştır ve içten içe eski hayatını özlemektedir. Kendini beğenmekten, riya yapmaktan, halkın nazarında medh edilmekten içten içe hoşlanır, zevk alır. Kendi nefsini önceler, ham sofuluk yapar.
Nefs-i Mülhimme mertebesinde kabz ve bast (daralma/genişleme) hali gelir gider. Kimi zaman içi daralır, ümitsizliğe kapılır. Kimi zaman da içi ferahlar, ümidi artar. Halleri henüz temkin bulmamıştır. Bu mertebede kalp Hakk aşkı ile dolar ve bu sebeple yalnızlığı tercih eder. Allah’tan gayrısından soğur. Dünya malına, dünya zevklerine eskisi gibi değer vermez. Boş sözler artık kendine keyif vermez olur. Allah adının anmak, zikir yapmak kalbini ferahlatır. Mülhimme mertebesinde kalp yapılan ibadetlerden lezzet almakla birlikte kalbine şüpheler de musallat olur.
Nefs-i Mülhimmenin sıfatları; ilim, tevazu, tevbe, sabır, şükür, cömertlik, kanaat ve tahammül ve muhabbettir. Zikri, “Hû”dur. Seyri, Alallahtır. Âlemi, Ceberûttur. Mahalli, ruhtur. Hâli, aşktır. Makamı, hakikattir. Rengi, sarıdır. Rüyasında asker, ordu, savaş silahları, bıçak, ok, kasap, cami, mescid, kilise, imam, rahip, sâlih kişiler, türbe, kabir, mezarlıklar görür.
Umulur ki; “Hû Hû ya Hû” zikrine çokça devam ederse bir sonraki mertebe olan Nefs-i Mutmainne makamına yükselir.
Metafizik âlemde en sağlam yol; kalpte karışık duygular sebebiyle şüphe oluştuğu anda şeriat noktasına (Kur’ân ve Sünnet) geri dönmektir.
Yunus Emre Hazretleri: “Şeriat tarikat yoldur varana / Hakikat marifet andan içeru” buyurmuştur. Tarikat, hakikat ve marifet yolculuğu tek başına yürünecek yol değildir.
Şeriat-ı Muhammedî olmadan, ne tarikat olur, ne hakikat ne de marifet… Şeriati olmayan mistisizm dalâletten başka bir şey değildir.
(Konu devam edecek)