Merhum Belediye Başkanı Fevzi Kılıç’ın cenaze namazında karşılaştığım bir dostumun hatırlatması üzerine uzun süredir zihnimi meşgul eden cami maslahatı ve irfan düşüncesi konusunu yazacağım. Belki gecikmiş bir yazı olacak lakin affınıza sığınarak içimdeki hicrânı da bu vesileyle kaleme alayım.

Aslına bakarsanız âlemde erken veya geç yoktur. Âlemde olup-duran her şey vaktinde ve olması mukadder olan zamanda zuhur eder. Âlemde erken veya geç yoktur. Bu sebeple ârifler şöyle demişler: “Her şeyin bir vakt-i merhûnu (rehin edilen vakit) vardır. Vakti gelince salınır.” 

Denizli’den ilimize atanarak göreve başlayan İl Müftüsü Sayın Mehmet Âşık’a yeni görev yeri olan şehrimizde hayırlı hizmetler dilerim.

Sayın Müftümüz. Kafkas ve Balkan milletlerinin yeni bir yaşam kurmak üzere yerleştikleri, kaynaştıkları muhacir beldesi şehrimize hoş geldiniz. Safâlar getirdiniz.

***

Hz. Ali: (ks) “Men allemenî harfen fekad seyyaranî abden” buyurarak, kendisine Allah için tek bir harf öğreten kişinin nazarındaki değerine ve ilmin önemine atıf yapmıştır.

Şüphesiz ki; ilimden maksat amel, amelden maksat ihlas, ihlastan maksat Allah’ın zatına kurbiyettir. En yüce ilim mârifet ilmidir. Arifler bu ilmi “men aref” dersini okumak olarak tarif etmişler.

Yunus Emre: (ks) “İlim ilim bilmektir. /İlim kendin bilmektir./Sen kendini bilmez isen,/ Ya nice okumaktır?” derken aslında Rasûlullah’ın (sav) “Men arafe nefsehu, fekad arafe Rabbehu” hadîs-i şerifini şerh ediyordu.

Hadiste geçen “arafe” kelimesi tanımak manasındadır. Genelde bu hadis-i şerif’i rivayet edenler “Nefsini bilen Rabbini bilir” manasını verirler ancak bu eksik manadır. Bilmek başka, tanımak başkadır.

Bilmek, ilimdir. Tanımak ise irfandır.  

“Nefsini tanıyan, Rabbini tanır.” 

Hikmetten uzak; içinde irfan olmayan kuru bilgi, kabuktan kışırdan ibarettir. Eşyanın hakikatini öğrenmeyi talep etmek ilmin hakikatidir. Salih amele dönüşmeyen, ihlası olmayan, marifete ermeyen ilim sinede yüktür…

***

Geçen hafta Cuma namazı için Tozlu Camii’ne gittim. Çok kalabalıktı. Alt kata inen merdivenlerin olduğu girişte namaza durmuşlardı. Alt kat boş olduğu halde, merdivenlerin olduğu kapı girişinde namaza duran cemaate öğretilmesi gereken ilk şey “görgü ve irfan” olmalıdır.

Cehalet, aklın kusurudur. Görgüsüzlük ise kalbin kusurudur. İlim aklın kusurlarını giderir de, kalbin kusurlarını gidermek için irfan gerekir…

Yolun haklarını bilmeyen, yanlış yerde namaza durarak cemaatin alt kata inmesini engelleyen “mübarek” kardeşlerimize lazım olan da irfandır…

Ön saflarda boş yer varken safı tamamlamaya üşenen, halen Pandemi keyfi sürerek safları sıklaştırmayan cemaat, “Safları sıklaştırın. Şüphesiz ki safları sıklaştırmak namazın tamamındandır” hadisini duydukları halde gereğini yapmıyorlarsa bir şeyler eksik demektir. Eksik olan şey ilim değil, irfandır…

Kültürel derinlikte sınıfta kaldığımız için ne yazık ki günümüzde “vefa” deyince zihnimizde boza markası canlanıyor. İrfan veya Ârif deyince de, -erkek- isimlerinden bahsettiğimiz zannediliyor…

***

Sayın Müftüm, hadsizliğimi bağışlayın. Ülkemizin tüm camilerinde yılın 52 haftasında camilerde yardım toplanması gelenek oldu. Lütfen, bir ilki yapınız. Türkiye’ye örneklik edin.  Bir Cuma günü de olsa cemaatten para talep etmeyin.

Mahalle camilerinin ihtiyacını kendi cemaati toplasın. İnşaatı devam eden camiler için yardım talebine de itirazım yok. Ama… Lütfen “din hizmetleri” başlığı altında para toplamayın. Din hizmetleri için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendi bütçesi var.

İmam Efendiler; özellikle Cuma ve Bayram namazlarında, safların tamamen düzeltilmesini beklemeden hemen tekbir alıyorlar. Böylece saflar paramparça kalıyor. İmam Efendinin, safların düzelmesi için bir dakika beklemesi çok mu zor?  Başka türlü safların düzeleceği yok.

Cenaze veya Cuma namazlarında dışarıda kalan; güneş veya yağmur altında namazı bekleyen cemaatin halini düşünerek vaazı kısa kesmek İmam Efendi’nin irfanını gösterir. Cemaatin maslahatı olarak ardındaki yaşlıları düşünerek rükû ve secdelerde acele etmeyen İmam Efendilerden Allah razı olsun.

Başta kendi nefsim olmak üzere dağınık ruhlarımızın işareti olarak cemaatimiz düzensiz. Vaazlarımız hikmetsiz, ilmimiz maslahatsız,  görgü ve zerâfetimiz eksik.

Cümlesine aşk-ı niyâz olsun; Allah dostu âriflerden; Yunus Emre’ler, Mevlânâ’lar, Hacı Bayram-ı Velî’ler, Ahmet Yesevî’ler, Ahi Evran’lar, İbn-i Arabî’ler Anadolu’da kurulan imparatorluklarda devletin irfanı, vicdanı, aklı oldular ama ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin cami kürsülerinde “persona non grata” oldular.

Orhan Gazi tarafından 1336’da İznik’te kurulan ilk Osmanlı üniversitesinin baş müderrisi –rektörü- olarak Davûd-i Kayserî tayin edilmişti. Fusûsu’l hikem şârihi büyük ârifin adı artık kürsülerden anılmaz oldu…

Ömrümde bir defa olsun; Anadolu erenlerinden Kuddusi Baba’nın, Niyazi Mısrî’nin, Yunus Emre’nin (ks)  aşk ve muhabbet dolu beyitlerinin şerh edildiği Cuma hutbesini dinlemek nasip olur mu acep?

Hoş geldiniz Sayın Müftüm. Şehrimize safâlar getirdiniz.