Yazacağım konu hakkında bilmeyenlere, ön yargılı olanlara ve anlamak istemeyenlere fikrimizi beyan edelim.
Kutsal kitabımız, yetiştiğimiz kültür, sahip olduğumuz derin irfan havzası, soluduğumuz beslendiğimiz topraklar; değil insana bitkiye bile şefkat göstermeyi, merhametli olmayı öğretti bizlere.
Başı açık veya kapalı, namaz kılan veya kılmayan, içki içen veya içmeyen insanları yargılamak bizim işimiz değil. Avam olarak bizler Allah’ın kuluyuz. Din bakımımdan hangimizin Allah katında daha üstün olduğunu nefes aldığımız müddetçe bilemeyiz. Kimin ne olduğu son nefeste belli olur. Allah cümlemizin akıbetini hayr eyleye. Allah bizi insan eyleye.
Dinin polisi, hâkimi, savcısı değiliz. Kötülükleri engellemek devletin işi. Devletin varlığı en güçlü “emr-i bil maruf nehy-i ani’l münker” (iyiliği emretmek, kötülüğü engellemek) makamıdır. Sonra âlimler gelir. Âlimin işi, sadece iyi ve kötüyü –ihlasla- anlatmak, son tercihi şahsın kendisine bırakmaktır.
Sıradan halk olarak bize düşen vazife öncelikle güzel ahlak sahibi olmak, sonrasında da güzel söz ve hikmetle insanları İslam’a davet etmektir. Apaçık İslam’a ve dini değerlerimize düşmanlık edenler müstesna kim olursa olsun insanları yargılamamak, Allah’ın sevdiklerini sevmek, Allah’ın düşmanlarına buğz etmektir.
Müslüman Allah’tan korkar. Başı açık diye hiçbir kadını aşağılamaz. İçki içiyor diye hiç kimseyi horlamaz, hakaret etmez. Oruç tutmuyor diye hiç kimseyi kınayamaz. Müslüman bilir ki, Allah her kulunu ayrı ayrı ve her an imtihan etmektedir.
Bugün kınadığımız kişinin hali neyse bilelim ki aynı hal bizim başımıza gelmeden ölmeyeceğiz. Kimi, aşağıladıysak bir gün biz de aşağılanırız. Günahından dolayı kime tepeden baktıysak, çok geçmez aynı günah çukuruna biz de düşeriz. Yaşadığı İslami hayata, ameline güvenen kişi aldanır. Allah katında kimin Cennetlik olduğu aşere-i mübeşşere hariç hiç kimseye bildirilmemiştir. Müslüman, haddini bilir.
Şimdi gelelim işin diğer boyutuna…
Cumhuriyetin kurulması akabinde toplum mühendisliğiyle yeni bir nesil peydah oldu. Açığı ve kapalısıyla, namaz kılanı ve kılmayanıyla bizler Cumhuriyetin kuruluş travmasını, devrim kanunlarını, İstiklal mahkemelerini, askeri darbeleri yaşayan üçüncü nesiliz.
Ne yazık ki kendi ülkemizde hâlen toplu taşıma araçlarında veya kamuya açık alanlarda çarşaflı ve peçeli kadınların, sarıklı, sakallı takkeli adamların aşağılandığına şahit oluyoruz. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya” muamelesi görüyoruz.
Son örnek dün Kocaeli’nde bir halk otobüsünde yaşandı. Mini etekli bir kadın, önündeki koltukta kendi halinde oturan kapalı bir kadına: “Burası Türkiye Cumhuriyeti. Burada böyle yaşayamazsın. Peçeni de al git” diyerek sin-kaflı hakaret etti.
Garip olan şu ki, hakarete uğrayan kadın ağzını açıp tek bir laf söylemedi. Oysa hakaret karşısında kendini ve değerlerini savunmalıydı. Azgın azınlığa karşı dindarların, devrim kanunlarının sebep olduğu “eziklik psikolojisinden” acilen kurtulmaları gerekiyor.
Müslüman kadının kıyafetine hakaret eden; saygısız, cahil ve ukala başı açık kadına Türkiye Cumhuriyeti’nin babasının malı olmadığını nasıl anlatmak lazım? Türkiye’ye şeriat gelecek diye ortalığı kasıp kavuran, dindar insanlara saygı göstermeyen, bize hakaret etmeyi çağdaşlık zanneden Laik, gerici ve Kemalist azgın azınlığa ne demeli?
Edebimizden susuyoruz diye CHP tek parti döneminde palazlanan azgın azınlık kendini üstün ırk, üstün vatandaş zannediyor… Bu hazımsız ve cahil cesaretini nereden aldılar peki?
“Bir sağdan bir soldan astık” diyen 12 Eylül darbecisi Kenan Evren kötü örnekti. Başı kapalı milletvekili Merve Kavakçı’ya TBMM kürsüsünden “Bu hanıma haddini bildirin” diyen Bülent Ecevit kötü örnekti. “Üniversite’de başörtülü okumak isteyen Arabistan’a gitsin” diyen eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kötü örnekti.
Kötü örneklerin “tekne artıkları” had bilmeyi öğrenecekler ama biraz zaman alacak…
Türkiye Cumhuriyeti İslam toprağıdır. Bu ülke bizim. Biz hiçbir yere gitmeyeceğiz. Allah’ın izni ve yardımıyla -kim ne derse desin-, sancak düştüğü yerden kalkacak ve bu kervan yürüyecek.