Haftalardır siyaset yazıyorum, siyaset konuşuyorum, siyasetle yatıp siyasetle kalkıyorum…
Gerçekten bunalmış vaziyetteyim…
İnsanlar çok seviyor siyasi yazıları…
Alıcısı çok oluyor…
Bu durum benim de biraz işime geliyor açıkçası…
Zaten bildiğim bir saha…
Gönlümce top koşturuyorum…
Topu bir o kaleye yuvarlıyorum, bir bu kaleye…
Bazen meşin yuvarlağı 90’a yolluyorum, bazen ağları delip geçiyor attığım şutlar…
Bir gün Zeki Toçoğlu’nun programına gidiyorum…
Diğer gün Ersin Taranoğlu’nun toplantısına…
Sonraki gün Ali İnci ile buluşup sohbet ediyorum…
Milletvekilleri ile dirsek temasım sürüyor…
Belediye başkanları ile ara ara röportajlar yapıyorum…
Bir yandan radyo programlarım devam ediyor…
Gün içinde maillere ve telefonlara bakmaktan imanım gevriyor…
Sadece AK Parti’yi değil diğer partileri de takip etmeye çalışıyorum…
Kulislerinde neler konuşuluyor, kimleri aday yapacaklar diye sondaj çalışmaları yapıyorum…
Her gün abartısız 100 kişiyle iletişim halindeyim…
Kimiyle whatsApp üzerinden yazışıyorum, kimiyle Twitter, kimiyle Facebook, bazısıyla da Instagram…
Mesajlar, çağrılar, mailler, fakslar havada uçuşuyor…
Genelde Zeki başkan olmak üzere birçok siyasi figürü rüyalarımda görüyorum…
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz kesin adayları açıklıyor…
Kalabalık ve gürültü arasında açıklamasını duymaya çalışırken sıçrayarak uyanıyorum…
Sabaha karşı da Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli, Meral Akşener ve ricali giriyor devreye…
“Dolar düşecek mi, Cemal Kaşıkçı parçalara mı ayrıldı, emeklilikte yaşa takılanlar ne olacak, ittifak görüşmeleri ne âlemde” soruları ile boğuşuyorum…
Bunların daha iyi günler olduğunun da farkındayım…
Mart ayı yaklaştıkça ortamın daha da alevleneceğini biliyorum…
Daha şimdiden bu kadar yoğun çalışıp yorgun düşerken, o günler geldiğinde ne yapacağımı, neye nasıl zaman ayıracağımı kara kara düşünüyorum…
500 tane not var kenarda, bir gün bu konuları da ele alırım diye bekletiyorum…
Radyo programının iki-üç aylık konuğu hazır, kimi nasıl araya sıkıştırırım diye dertleniyorum…
Her gün birileriyle randevulaşıp hasbihal ediyorum…
“Ankara’ya gel, misafirimiz ol” diyenler var, hangi arada giderim bilmiyorum…
573 sayfalık romanımın 423. sayfasındayım…
Derin Tarih dergisinin bu ayki sayısının henüz kapağını dahi açamadım…
Ziya Osman Saba şiir kitabının son birkaç sayfasına geldim…
Uzun zamandır takip ettiğim dizinin sezon finalini daha geçen gün yaptım…
İş arayan insanların CV’leri çekmecemde birikmeye devam ediyor…
Her gün onlarca kişinin muhtelif taleplerine yanıt vermeye çalışıyorum…
Uzun zamandır İstanbul’a da gidemedim…
Eskişehir’e, Bursa’ya gidemedim…
Aylardır göremediğim akrabalarım var…
Üniversite arkadaşlarım burnumda tütüyor…
Her gün bilgisayar ekranımda Hüseyin abiyle yüz yüzeyiz…
“Asıl vazifelerini ihmal etme evlat” der gibi bana bakıyor…
Her gün birkaç kilometre de olsa yürüyüş yapayım istiyorum…
Yarım saat, bir saat boşluğu zor denk getiriyorum…
Her şeyin tavan yaptığı, tüm yüklerin omuzlarıma bindiği anlarda ise Doğançay Tren İstasyonu’nun fotoğrafına bakıp birkaç saniyeliğine de olsa huzur buluyorum…
Ve bir gün mutlaka diyorum…
Bir gün mutlaka…
Bütün bu işleri bırakıp, tası tarağı toplayıp Doğançay’a yerleşmenin hayallerini kuruyorum…