Bu ilin kızı, on parmağında on marifet taşıyan Asuman Figen Tümer, 11 ayın sultanı ramazan ile ilgili anılarını kendine has duru üslubuyla dile getirdiği “Şimdiki davulcu da o zamanki davulcu gibi değil” başlığı altında bir yazı kaleme almış, son olarak…
Okurken, aynı ağaçların gölgesinde serinleyen kişiler olarak, o güzel ve özel günlere dalıp gittim…
İstedim ki zaman zaman yaptığım gibi, iznini alıp paylaşayım Bizim Bahçe’de, okusun aynı duyguları taşıyan okurlarımız da diye düşünerek…
Şöyle dile getiriyor çocukluk günlerinin ramazanlarını…
“Ezanla birlikte minaredeki ışıklar yanar, bütün gün özenle hazırlanmış yemekler iftar sofrasında mutlaka konuklarla paylaşılır, televizyon olmadığı için uzun sohbetlerle sürerdi Ramazan geceleri.
Radyo programlarının yanı sıra rulo bantlı teypten müzik dinler, tombala oynar, ardından erkenden uykuya dalardık.
Oruç tutmadığımız halde, sahura kalkmak ve ardından pembeye boyanan ufukta güneşi izlemek
Ramazan sabahlarını diğer sabahlardan ayırırdı.
Çocuktuk, ama insanları bir araya getirerek, paylaştırarak çoğaltan Ramazan ayının ayrıcalığının farkındaydık.
Çocukluğumun Ramazanları kısa kış günlerine denk geliyordu. Erken inen akşamlar ve bir anda ıssızlaşan sokakların tenhalığına karşın, ışıklı pencerelerden süzülen sıcaklık güvenle dolduruyordu içimizi.
Ramazan boyunca adeta bir arınış başlardı. Tuhaf bir sakinlik, alçak perdeden konuşmalar, günahtan korkma, davranışlara çeki düzen veriş, daha bir özen fark edilirdi.
Nüfusu 50 bin civarında olan Adapazarı’nın
sakin, karlı sokaklarını, çatılardan sarkan buzları ve de içi evde hazırlanmış ramazan pidelerini unutmak mümkün değil.
Az önce bir davulcu geçti sokaktan...
Dinledim, şimdiki davulcu da, o zamanki davulcu gibi değil.
Derinden gelirdi sesi davulun o zamanlar, davulcunun sesi de öyle...
Şimdi çok gürültü çıkaran bir alet duyuluyor yalnızca.
Sonraları öğrendim ki dünyada en güzel Ramazan bizde yaşanırmış.
Ramazan’a denk geldiğim pek çok Müslüman ülkede bizim gibi harika ritüellerin olmadığını gördüm.
Bizde 30 gün adeta bir şölene dönüşürdü.
Annelerimiz hiç mi yorulmazlardı, hiç mi şikayet nedir bilmez, sürekli güler yüzle misafir ağırlar,
evin bütün işini çekip çevirir, oruç tutar, Bayram hazırlığı yapar, Bayramda da dolup taşan evde pervane gibi dönüp dururlardı.
Bizler ne harika kadınların çocuklarıydık.
Ve ne harika babaların da elbette...
Ama annelerimiz bambaşkaydılar işte.
Yediğimiz içtiğimiz her şey evde, onların elleriyle yapılırdı.
Hazır ne yer, ne giyerdik.
Konfeksiyon denen şey çok sonraları başladı bu ülkede.
Aşçı, hemşire, terzi, ekonomi uzmanı, dert ortağı, sırdaş, arkadaş, psikolog, öğretmen, yönetici, sabır taşı annelerimiz...
Ramazanlar onların sayesinde unutulmaz oldular belleklerimizde. Dostlukların, paylaşımların sayesinde...
Eski Ramazanlar da eskide kaldı çok şey gibi.
Ama bugün başladı yine.
Her şey var. Tat yok!
Whatsapp mesajları dolu; his yok.
Emojiler, kısaca geçiştirilen sözcükler alt alta dizilmiş; ruh yok.
Ramazan gelmiş hoş gelmiş ama iftar sofrasının etrafını saran annem, kardeşim, kuzenlerim, çocukluğumun seçkin dostları yok.
Karşı apartmandaki ışıklı pencerede; tanıdık yüzler yok.
O coşkulu masayı, o çok güzel seslerimizi, tabak, çatal bıçak seslerini, iftar zevki için o muhteşem açlığı özlüyorum.
Hiçbir yenidünya ziyafeti, yeni zamanın yemeği o eşsiz tadı veremiyor, veremez biliyorum.
Hayat ileriye gider, geçmişe değil elbette, ama kim ne derse desin eskiyi anmanın tadı dünyaya değer.
Hayırlı Ramazanlar.”
Evet…
Hayırlı ramazanlar demiş…
Aynı duygularla seslenerek ve Bizim Bahçe’nin çiçeklerini sulayan, hepsi birbirinden değerli dostlara, okuyucularımıza ve de bu duygu dolu yazısı nedeniyle Asuman Figen Tümer’e, şu mübarek ay ile özdeşleştiğine inandığım “Peygamber çiçekleri” gitsin istedik…